“Almanya’da yaşayan dört milyon kadar Türk var.” Çok duyduğumuz bir sözdür bu. Fakat Bu dört milyon insan birlikte hareket etmiyor, aynı idealleri paylaşmıyor. Dikkatli baktığınızda Almanya’da yaşayan Türkler arasındaki ayrışmaların önemli bir kısmının kendiliğinden olmadığını anlıyorsunuz. Evet, Türkiye’de de FETÖ’cüler, Milli Görüşçüler, Aleviler, Sünniler, Balkan göçmenleri, Kafkas göçmeni vs. gibi farklı etnik ya da siyasi görüşe sahip gruplar var. Fakat mesela Kaplancılar ya da Ali’siz Aleviler gibi alt gruplar yok. Ya da Türkiye’deki Milli görüşçülerin Diyanetten farklı bir dini yapılanmalar, ayrı ibadethaneleri yok ama Almanya’da var.
Almanya’daki Türklerin bir bütün olması ve birlikte hareket etmeleri, Alman devleti için bir tehdittir ve gruplara ayrılmaları, farklılaşmaları hatta birbirlerine karşıt yapılar oluşturmaları desteklenmiştir.
Bunun yanında Türkiye’ye bağlılıkları önemli ölçüde köreltilmiş binlerce Türkiye kökenli devşirme yetiştirilmiştir. Bunlardan biri de Deutsche Welle adına “haber yapmak için” Türkiye’ye gönderilen Deniz Yücel’di. “Haber” adı altında Cemil Bayık ve PKK güzellemesi yapan, darbe girişiminin kimler tarafından yapıldığı gün gibi ortadayken 18 Temmuz 2016’da “Kimler tarafından yapıldığı hala belli değil” diyen, “Türkiye DEAŞ ile savaşmıyor, Suriye’de Kürtleri öldürüyor.” yalanını dillendiren biri. Gazeteci mi bu?
“Deutsche Welle” ve “devşirme” demişken, bu haber kanalının geçtiğimiz hafta Çerkezler ve asimilasyon ile ilgili sözüm ona “haber”ini de bir hatırlayalım: “Dünya’da en fazla Çerkez nüfusu Türkiye’dedir ve maalesef en büyük asimilasyon da.”
Çerkezler Türkiye’ye Rus zulmünden kurtulmak için geldiler ve sistemik bir asimilasyona tabi tutulmadılar. Bilakis, Rus mezalimine uğradıklarından, komünizme karşı mücadeleye en hazır etnik grup olmaları sebebiyle MİT ve TSK gibi Türkiye’nin en önemli kurumlarında görev aldılar. Bunun aksi bir durum varsa buyurun kanıtlayın.
Siz Almanya olarak asimilasyona karşıysanız o zaman Almanya’nın göç politikasını anlatan şu yazıya bir göz atın: https://www.migazin.de/2013/08/08/tuerken-sind-nicht-nur-nicht-zu-assimilieren-sie-sind-auch-nur-schwer-zu-integrieren
“Seksenlerden beri Türkler yalnızca asimile edilmiyor, aynı zamanda bütünleşmeleri de imkânsız hale getiriliyor.” diyor.
Almanya’nın AB’deki en önemli partneri Fransa… Camiler kapatan, başörtüsünü yasaklayan, “300 ayeti Kur’an’dan çıkaralım.” diyen Fransa’nın Cumhurbaşkanı adayı Eric Zemmour, açıktan Müslümanları asimile olmaya çağırdı. DW’nin, Fransa’ya ve kendi ülkesindeki asimilasyon politikasına sözü yok ama garip bir biçimde Türkiye’de hiç olmamış Çerkez asimilasyonunu “haber” yapıyor.
Almanya’nın yeni koalisyon hükümetinde Gıda ve Tarım Bakanı olan Cem Özdemir de Çerkez kökenli. Almanya onun köklerinden kopmaması için ne yaptı? Doksanlı yılların ortasında Türkiye’ye gönderip Çerkezlere ayrılıkçı fikirler empoze ettirdiğini biliyoruz. “Almanya da Alman gibi ol ama git Türkiye’yi karıştır.”
DW Türkçe’nin 4 Aralık 2021’de gönderdiği bir başka tweeti dikkatimi çekti: “Türkiye’deki liyakat sorunundan dert yanan bir doktorun hikâyesi var. Türkiye’de böyle bir sorun var da Almanya’da yok mu? Cem Özdemir kim ki Tarım ve Gıda bakanı yapıyorsunuz? Doğru dürüst öğretmenlik bile yapmamış bir öğretmen. Ülkenin gıda politikasını, hayvancılıkla ilgili hiçbir şey bilmeyen, vegan birinin eline veriyorsunuz. Bu mu liyakat? Ama bitki yetiştirme konusunda iyi olduğunu biliyoruz öyle değil mi? Evinin balkonunda yetiştirdiği kenevirler her daim yeşil ve gayet bakımlı. Bu kenevirden esrarın en kalitelisini elde etmeyi başardığı için Almanlar Cem Özdemir’i gönül rahatlığıyla Tarım Bakan’ı yapmış olmalı.
Almanya’nın yeni kabinesinde bakanlık görevi üstlenen bir başka “liyakat” sahibi siyasetçi de bizim meşhur, molotofçu Claudia Roth. HDP mitinglerinde halayın başındaki performansı ile Kültür Bakanlığı koltuğunu hak etmiş olmalı. Zira ben kendisinin Türkiye’deki eylemler sırasında çektiği halaylardan gayrı bir kültür faaliyetini bilmiyorum. Bilen, gören beri gelsin.
Almanya’nın asimile ettiği Türklerin tamamı Almanya’da yerleşik değil, Türkiye’de yaşamaya devam edenler de var.
“Osman Kavala davası, Türkiye’deki hak ihlaller açısından sembol bir dava… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kavala’nın hukuken değil, siyasi saikle tutuklandığını tespit etmiş ve derhal serbest bırakılmalıdır demiştir… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararını uygulamamak için türlü yollara başvuran Türkiye hakkında… Kavala’nın haklılığı ortada… Dört yılı aşkın bir süredir keyfi bir şekilde hapiste tutuluyor…” Bu sözler gazeteci Banu Güven’e ait.
Buradan Banu Güven’e sormak istiyorum: Sonuca ulaştırılmamış, Kavala’dan daha eski davalar varken AB ve sen neden öncelikle bu davaya odaklanıyorsunuz? AB’nin bu davaya yaklaşımında siyasi saikler yok mu? AB hukukun üstünlüğü ve insan hakları söylemleri sadece Türkiye’yi mi bağlıyor? BND bağlantısı sabit olan Dönerci Cinayetlerine de aynı hassasiyetle yaklaşmış mıydın? Ya da Solingen’deki yangınlara… Konrad Adenauer ve Heinrich Böll gibi Alman vakıflarının kanunlarımıza göre Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce denetlenmesi gerekmiyor mu? Bu vakıfların faaliyetleri yasaların dışına taşmıyor mu? Almanya’nın, Türkiye üzerinde bir kontrol sağlama mücadelesi yok mu? FETÖ ve PKK’nın Almanya’da destek bulması, Türk vatandaşlarının ayrımcılığa ve ırkçı saldırılara maruz kalması seni rahatsız etmiyor mu? Fransa’da camilerin kapatılması inanç özgürlüğünü zedelemiyor mu? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bununla ilgili ne yapıyor?
Bütün bunlar seni rahatsız etmiyor mu? “Ediyor tabi ama ne yapabilirim?” diye sorarsan biraz da bunlar hakkında yazabilirsin derim. Aksi halde derdinin hukuk ve adalet değil, sinsice bir bilinçle AB’nin söylemlerine destek vermekten ibaret olduğuna inanacağım.