Yirmi yıla yaklaşan iktidarı boyunca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, içime en sinmeyen gezilerinden biri önümüzdeki hafta gerçekleşecek. Birleşik Arap Emirliği’ne… Hepimiz hatırlıyoruz, geçen yılın sonunda Veliaht Prens Muhammed bin Zayed Türkiye’ye gelip, o kanlı elleriyle Türk yetkilileriyle tokalaşmıştı. Kimin kanı? Libya’da, Yemen’de, Sudan’da Suriye’de mazlum Müslümanların kanı... Mısır’da Muhammed Mursi’nin, Türkiye’de FETÖ’cülerin kurşunlarıyla 15 Temmuz’da can veren 250 vatandaşımızın kanı… Açalım biraz.
BİN ZAYED KİMDİR?
Size, bu adamın biyografisini sunacak değilim. Ama hayatında gerçekten çok çarpıcı bazı şeyler var, bunlardan bahsedeceğim. Bu adam 1979 yılında İngiliz Kraliyet Askeri Akademisi’nden mezun olmuş. İngiliz demişken, BAE’yi yöneten ailelerden biri olan El Maktumların, fötr şapkaları ve frakları ile tıpkı İngiliz asilzadeler gibi giyindikleri o meşhur fotoğrafı siz de görmüştünüz değil mi?
Bin Zayed’in sağ kolu ve özel ordusunun komutanı kim peki? O’da İngiliz Milletler Topluluğu’ndan biri; Avustralyalı General Mike Hindmarsh… İstihbaratının başında ise Muhammed Dahlan var. Hani Yaser Arafat’ın zehirlenmesinden sorumlu tutulan, 15 Temmuz darbe girişimi organizasyonunda adı geçen Dahlan. O’nun gibi Filistin asıllı olup, BAE’ne çalışan iki casus İstanbul’da yakalanmıştı. Bunlardan Zaki M Hasan, 2019’da intihar etmişti. Bu olay Arap dünyasına şöyle aktarılmıştı: ”İki masum Filistinli, İstanbul’da tutuklandı. Tutuklananlardan Zaki M Hasan, Türk polisi tarafından işkenceyle öldürüldü.” Arap basınında böyle haber yapılmasının sebebi ise tüm Arap ülkelerindeki basın-yayın kuruluşlarının ya Suudi ya da BAE sermayeli olması.
Her neyse, biz yine Muhammed bin Zayed’e dönelim. Bir kardeşi, bir de ağabeyi şüpheli biçimde öldü. Daha sonra kardeşinin, aileden biri tarafından öldürtüldüğü ortaya çıktı. Ölüm emrini veren kişi, şu an BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in ta kendisi… Medine’yi İngilizlere karşı müdafaa eden Fahreddin Paşa hakkında asılsız suçlamalarda bulunan, Kudüs’ün, İsrail’e veren İbrahim Anlaşması’nın altına imza atan da Abdullah bin Zayed’dir.
DİNLER ARASI DİYALOG
Radikal İslam, Ilımlı İslam… Bu kavramların kimler tarafından, ne maksatla üretildiğini daha önceki yazılarımda anlatmaya çalışmıştım. Evet, birilerinin projesi bu kavramlar. Ilımlı İslam’ın görünür yüzü Türkiye olacaktı. CIA eski istasyon şefi ve Fetullah Gülen’in hamisi Graham Fuller, bir dönem Türkiye hakkında kitaplar yazıp, övgüler düzüyordu. Batılı film şirketleri bazı filmlerini Türkiye’de çekmeye başlamıştı. Türkiye’nin tüm İslam âlemi için bir rol model ve ilham kaynağı olduğu söylendi. Türkiye’deki İslam’ın “ılımlı” olduğunu göstermek için FETÖ,” Dinler arası diyalog” söylemini dillendirdi. “La ilahe illallah demek yeterli, Muhammed resulallah demesen de olur. Hristiyanlar da cennete gidecek. İbrahimi dinler…”
Radikal İslam Projesi’nin görünen yüzü ise Vehabilerdi. Yani Suudi Arabistan ve BAE… Usame Bin Ladin’in CİA adına çalıştığı, Afganistan’da “cihada” giden Arapların, Ehud Barak gibilerce eğitildiği belgelerle ortaya çıktı. İkiz Kulelere saldırdığı söylenen Arapların çoğunun ya ABD’de ya da Suudi Arabistan’da yaşamakta olduğu ortaya çıktı. Yemen’de yakalanan DAEŞ’lilerin Suudi istihbaratıyla alakalı olduğu ortaya çıktı. HTŞ’nin, BAE tarafından kurulduğu, Nusra’nın onlar tarafından desteklendiği Suriye haberlerini takip eden herkesin zaten malumu.
Fakat Türkiye’de FETÖ başarısız olunca Ilımlı İslam Projesi BAE’ne ihale edildi. “Dinler arası diyalog” ve “İbrahimi dinler” söylemi, hiç değiştirilmeksizin BAE yetkilileri tarafından seslendirilmeye başladı. Üç dinin tek çatı altında ibadet ettiği bir bina yapıldı. Eğer birileri gibi siz de “Niye, nesi var bunun? Nesi kötü?” diye sorarsanız, cevabım şu olur: İstanbul’da, Hatay’da; tarihimizde üç dinin ibadethaneleri aynı mahallelerde yan yana oldu. Bunda bir şey yok. Başka dinlere mensup insanların kendi dini vecibelerini yerine getirmesi bizim inancımızın bir parçası zaten. Farklı inançlara mensup din adamlarının iletişim halinde olması da yadırganacak bir şey değil. Ama din adamlarının değil, doğrudan dinlerin diyaloğundan bahsediliyor. Bu başka bir şey… Tek çatı altında hibrit bir din oluşturulmaya çalışılıyor. Diyalog, sonunda üzerinde uzlaşılmış yeni ve tek bir “kutsal” kitabın oluşumuna evrilecek. Bu ise tek devletli, “Yeni Dünya Düzeni” kurmak isteyenlerin amacı…
FETÖ’nün ve BAE’nin hizmet ettiği kişiler aynı.
Ha, bu arada, daha önce size Sedat Peker’in BAE istihbaratınca kullanıldığını, konuşturulduğunu söylemiştim. Türkiye ile yumuşama olunca Sedat Peker’in internet erişimi de bir anda engellendi. Videolar kesildi. Sadece arada sırada yeni tvitler atmasına izin verildi. Ama Türkiye’de hâlâ bazı şeyler, özellikle de son dönemde meydana gelen bazı cinayetler ve ölümler, Sedat Peker’in söyledikleri üzerinden anlamlandırılmaya çalışıyor. Durum bu kadar açık biçimde ortadayken yapmayın bunu. Halil Falaylı’nın arşivi Sedat Peker’in eline geçmişmiş, herkesi mahvedecekmiş. Yahu Sedat Peker ve kardeşi Kıbrıs’ta cinayete bulaşmış isimler. En az Falaylı kadar karanlık insanlar. Bu mu sizin referans aldığınız insan? Adam Fas’tan BAE’ne getirilmiş, mahpus. Eskiden olduğu kadar ne Türkiye ile ne de doğrudan Kıbrıs ile ilişkisi var. Adamları içeride… Şu haliyle Falyalı’nın elindeki arşivi ele geçirebilecek bir gücü var mı? BAE istihbaratının yani İsrail’in ele geçirip, konuşması için önüne koyduğu belli.
İşte BAE gibi bir ülkeyi Tayyip Erdoğan’ın ziyaret edecek olmasını hiç içime sindiremiyorum. Belki seçimlere az zaman kaldı ve kalan sürede Türkiye’de finansal bir rahatlama olması amacıyla yapılan bir ziyaret bu. Fakat yine de hiçbir biçimde içime sinmiyor. Birileri, “Erdoğan’ın yapacağı her işin senin içine sindirmesi gibi bir mecburiyeti mi var?” diyebilir. Hayır, ama bir seçmen olarak ben de Erdoğan’ın her yaptığını sorgusuz sualsiz içime sindirmek zorunda değilim.