Birkaç yıldır bu köşeden siz değerli okurlarıma sesleniyorum. Hep bir hesaplaşmadan bahsettim. Yeni yazılarımda sürecin artık sonunda olduğumuzu da belirttim. Kur atakları, sokağa çağırmalar, Boğaziçi olayları, meydan okumalar, tehditler vs… Hepsi aynı sürecin parçaları.
Artık bu hesaplaşmanın 2023’e kalmadan, önümüzdeki yıl bir sonuca ulaşacağını hissediyorum. Bu bir AKP-CHP kavgası ya da “Tayyip Erdoğan gidecek mi, İmamoğlu mu gelecek?” boyutunda olmayacak. Partiler üstü ve ötesi bir hesaplaşmadan bahsediyorum. Yüz yılda bir yaşanan bir döngü…
Ülke içinde karşılıklı tüm kozlar masaya sürülecek. Yabancıların “Zero Sum Game” dedikleri bir oyun: Kazanan her şeyi alacak, kaybeden her şeyi kaybedecek.
Hafta içi sokağa çıkma çağrısı bir nabız yoklamaydı, yalnızca denemeydi. Kışın bitmesiyle beraber kitlesel eylemler ve ötesi... Sonbahar geldiğinde, içerideki hesaplaşmanın nihayetlenmiş olacağını tahmin ediyorum. İçeriyi karıştırma potansiyeli olan tüm etkenler hükmünü yitirdiğinde ise bazı dış tehditlerle karşılaşabiliriz.
Bir duyum mu aldım, sizden bir şeyler mi gizliyorum? Hayır, söylediklerim analiz ve sezgiden ibaret. Ülkedeki tüm insanlar için giderek artan bir endişeye sahibim. Sağcısı için de solcusu için de... Önümüzdeki süreçte iç dünyama daha fazla dönmeyi düşünüyorum. Bunu yapmak, yaşanacak yeni zorluklara göğüs germemde bana güç verecek. Daha önce de benzer süreçlerde biraz kabuğuma çekilmemin, zihnen ve ruhen faydalı olduğunu tecrübe etmiştim. Bu sebeple aynını sizlere de öneriyorum. Bir süre iç siyaset yazmayacağım.
Fakat bu dünyadan tamamen kopma manasına gelmiyor. Dış siyaset ve ekonomiyle ilgili yazılarımı okumaya devam edeceksiniz.
Umutsuz muyum? Hayır, bu sıkıntılı süreç sonuçlanacak. O zaman daha iyi bir döneme gireceğimizi hissediyorum. Doların 13,5 TL’ye kadar çıktığı, TCMB Başkanı’nın ve siyasilerin kontrolü kaybettiği bir sırada söylüyorum: Ben gelecekten çok umutluyum.
“Bu ülkede, hatta dünyada ne iyi ki gelecekten daha iyi şeyler bekliyorsun?” diye sorabilirsiniz. Bir trend var, lehimize gelişen: Türkiye’nin tarihi düşmanları zayıflıyor. 1990’larda Sovyetler yıkıldığında, Rusya enkaz haline gelmişti. Fakat o zaman bile Türkiye Karabağ’ın işgaline ses çıkaramamıştı. Bugün ise tüm Türki Cumhuriyetlerle açıktan askeri ve siyasi işbirliklerine kimse ses çıkaramıyor.
Karşımızdaki tek düşman Rusya değil; Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri ve hatta ABD… Suriye’de ve Libya’da hepsi birden karşımıza çıktı. Fakat bu coğrafyalarda halk bizim yanımızda. Sudan’da yeni yapılan darbe geri tepti mesela.
İngiltere, “güneş batmayan imparatorluk ”tan, neredeyse sıradan bir ada ülkesine dönüşmüş durumda. Hala iyi bir istihbaratı var, finans merkezi, yumuşak güç olarak önemli devlet. Kabul, ama para ülkeden çıkıyor, nüfusu ve teknolojisi yaşlanıyor. Eski sömürgeleri üzerindeki gücünü yitiriyor.
Bazılarınız “AKP güzellemesi mi yapacaksın?” falan diyebilir. Hayır değerli dostlar… Ülkemizi asıl ayakta tutan sahadaki insanımızdır, bunu hep söylüyorum. Askerlerimiz, mühendislerimiz, sağlıkçılarımız…
Hükümetinden muhalefetine farklı kademelerde liyakatsiz insanlara koltuk teslim edilmiş, evet. Gırla haksız kazanç sağlayan, köşe dönmeci, götürücü insan var etrafta, evet. Fakat sahada bir eşiği geçtik.
Artık her konuda etrafındakileri organize edebilen, verimli çalışılmasını sağlayan eğitimli insanımız var. Bu çok önemli… Yıllardır Türkiye böylesi insanların eksikliğini hissediyordu. Siz görmüyor musunuz? Ben böylesi insanlarla artık daha sık karşılaşıyorum.
Ayrıca Türkiye’nin umut veren hikâyeleri de var: Enerjide dışa bağımlı iken ihraççı konumuna bile gelme durumu olabilir. Önceden her seçim öncesi Türkiye’nin bir yerlerinde petrol bulunduğuna dair haberler duyardık, maksatlı. Karadeniz’de bulunan doğal gaz için de bir fiyaskodan ibaret olduğu, şu ana kadar hiçbir şeyi değiştirmediği eleştirileri yapılıyor. Hepimiz biliyoruz ki ekonomiye henüz sokulmayan bir kaynağın, keşfedilir edilmez olumlu etki sağlaması mümkün değil. Fakat milyarlarca dolar değerinde doğalgazımız var ve bu gaz iki yıl içinde kullanılmaya başlanacak.
Madenlerimiz ile ilgili tüm hikâye bundan ibaret değil. Bir Doğu Akdeniz meselesi var: Ayakta kalabilirsek, bize tam beş yüz elli sene, evet tam beş yüz elli sene yetecek hidrokarbon kaynaklarının sahibi olacağız.
Başkaca hikâyelere de sahibiz: Milli savunma ve sağlık alanında başlayan teknolojik gelişmelerin enerji gibi, ulaştırma gibi sektörlere de yayıldığını görebiliyoruz. Türk Devletleri Teşkilatı, yeni bir ticaret koridoru olma potansiyelini taşıyor.
Çin’i bir kenara koyarsak, umutlu olma konusunda dünyanın geri kalanından daha fazla sebebe sahibiz. Hele şu birkaç yılı atlatalım…