Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, ardından da Berlin’de İsveç ve Finlandiya Dışişleri Bakanları ile görüşen Mevlüt Çavuşoğlu, bu iki ülkenin PKK’ya destek veriyor olması sebebiyle NATO’ya girişlerine karşı olduklarını söylediler. Bunun üzerine Finlandiya basınında, aslında Türkiye’nin NATO üyeliğine asıl karşı olduğu ülkenin İsveç olduğu yönünde yorumlar yapıldı. Bazı PKK sempatizanları, Helsinki’de serbestçe dolaşıyor, gösteriler düzenliyor olsa da hiçbir zaman bu durum Türkiye ile ilişkilerin fazlaca gerilmesine neden olmadı. Avrupa ülkeleri için bu düzeyde PKK’ya destek veriyor olmak neredeyse vaka-i adiyeden oldu.
İsveç’te ise Türkiye’den yapılan bu açıklamaların iç siyasete yönelik olduğu yorumları yapıldı. Öyle mi peki? Hayır, İsveç son yıllarda birtakım şeyleri öyle kaşıdı ki… Gelin birlikte İsveç’teki bizi ilgilendiren bazı olaylara ve İsveçli resmi otoritenin bu olaylar sırasında aldığı pozisyona bakalım.
Daha geçtiğimiz ay Danimarkalı faşist politikacı Paludan, İsveç’e gidip Kur’an yaktı. “Ee, adam Danimarkalıysa bunun sorumlusu İsveç mi?” diye sorabilirsiniz. Paludan, bu eylemi İsveç polisinin koruması altında yaptı. Bir buçuk milyardan fazla insanın kutsalı olan bir kitabı yakmanın demokratik bir hak olduğunu ve polisin de bu eyleme imza atan kişiyi koruması gerektiğini söyleyecek olan varsa benim onlar için harcayacak vaktim yok.
İki bin yirmi yılında İsveç dış işleri ve savunma bakanları, Suriye’ye gidip, PYD’nin başındaki zatla görüştü. İsveç, PYD ve PKK’ya sürekli maddi destek verdi, FETÖ, PKK ve DHKPC terör örgütü mensupları için bir barınak haline geldi.
Viyana Havalimanı’na “Türkiye, on beş yaşından küçük kızlara cinsel istismara izin veriyor.” yazısı yazıldı. Dönemin İsveç Dışişleri Bakanı Margot Wallström de bu yazıyı sosyal medya hesabından paylaştı. Ardından ülkemizde yayımlanan bir gazete, Atatürk Havalimanı’na “İsveç, dünyadaki en yüksek tecavüz oranına sahip ülkedir.” yazısını yazdırdı.
Biraz daha geriye gidelim: 15 Temmuz darbe girişiminde hemen sonra yine Margot Wallström’ün, “Türkiye’ye baskı artırılmalı.”, “Türkiye İnterpol’ü siyasi amaçlarla kullanıyor.”, “Türkiye’de muhaliflere yönelik tutuklamalar ve cezaevlerindeki durum kaygı verici.” gibi söylemleri vardı ve Afrin operasyonuna tepki gösterip Türkiye ziyaretini iptal etmişti. Geçen yıl ise Wallström’ün selefi olan Linde, “Türkiye’yi Suriye’den çekilme konusunda uyarıyoruz!” demişti ve Çavuşoğlu’ndan kameralar karşısında azar işitmişti. Çavuşoğlu o zaman da Batı’nın, PKK’yı ve FETÖ’yü koruduğunu ve çifte standartla hareket ettiğini söylemişti.
Son günlerde ulusal TV’lere çıkan kimi yorumcuların laf arasında, “Türkiye’nin, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınmasını desteklemesi, NATO’daki yerini sağlamlaştırır. Dayanışma ruhunu canlandırır.” cinsinden açıklamalarını duydum.
NATO, ülkemizde darbeler yaptı, beş yıl önce de başarısız bir darbe teşebbüsünde bulundu. Kıbrıs Savaşı sırasında Yunanistan’da Albaylar Cuntası yönetimi ele geçirmiş ve Yunanistan’ı NATO’nun askeri kanadından çıkartmışlardı. Savaşı kaybedince cunta hükümeti iktidarı da kaybetmişti. Yunanistan, daha büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalmışken, Türkiye’nin eline Adalar Denizi’nde ve Kıbrıs’ta güçlü bir koz geçmişken seksen darbesini yaşadık. Yunanistan’ın yeniden NATO’nun askeri kanadına dönebilmesi, tüm üyelerin ittifak halinde bunu kabul etmesine bağlıydı. Tıpkı bugün İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya dâhil olma durumu gibi… Fakat on iki eylül darbesini yapan generallerin, Yunanistan’ın NATO’ya yeniden girişine itiraz etmemesi sebebiyle Türkiye için bazı fırsatlar kaçırılmış oldu. Türkiye’de darbe olduğunda CİA Başkanı’nın ABD Başkanı Jimmy Carter’a, “Bizim çocuklar başardı.” dediğini hatırlayalım. Seksen darbesinin kimlere ve neye hizmet ettiğini bugün daha iyi anlıyoruz.
Şimdi TV’lere çıkıp, “İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesine ses etmesek.” diyenler geçmişi bilmiyor mu? Bundan çıkarılması gereken dersler nedir; bunu anlamamışlar mı? Biliyorlar ve anlıyorlar elbet. Amaa işte…
Peki, bu koz ve pazarlıkla ilgili neler oluyor? Öncelikle ABD, “Sana F-16 vereyim. Elindeki F-16’ları da modernize edeyim.” dedi. Türkiye ise “Yetmez. Şu PKK’yı ve FETÖ’yü Avrupa’dan çıkarın. Suriye’de PYD’ye destek vermeyin. Doğu Akdeniz’de de bana ait kıta sahanlığındaki doğalgaz rezervi benim hakkımdır.” diyor. Türkiye’nin verdiği mesajlar sonrasında ABD ve İsveçli yetkililerin açıklamalarından, PYD ve PKK konusunda geri adım atmayacakları anlaşılıyor.
Tepelerinde Rusya var. Bir şey vermeyeceklerse varsın inceldiği yerden kopsun.