Bildiğimiz üzere 9 Temmuz 2018 tarihinde başkanlık sistemine geçildi. Sonrasında muhalefet kanalından itirazlar geldi; güçlendirilmiş parlamenter sistemine geçilmesi istendi. AKP’den ise, güçlü devletlerin çoğunda başkanlık sisteminin kullanıldığı, öyleyse Türkiye’nin de başkanlık sisteminde karar kılması gerektiği yanıtı geldi. Haydi, siyasi tarafgirliği bir kenara bırakarak hangi sistemin ülkemiz için daha uygun olduğuna bakalım.
DEVLET YÖNETİM FELSEFESİ
Eflatun ve Aristo’nun devlet yönetimi ile ilgili düşünceleri günümüze değin ulaşmıştır. Pek çok devlet yönetim anlayışı, bu iki şahsiyetin fikirleri doğrultusunda oluşmuştur. Doğulu devletler yönetimde Eflatun’dan, modern Avrupa devletleri ise Aristo felsefisinden etkilenmişlerdir.
Temel olarak Eflatun, insanları özlerine göre altın, gümüş ve bronz olarak sınıflandırmıştır. Liderlik vasıflarına sahip altın özlü insanların, ülke yönetiminin başında olması gerektiğini söylemiştir. Altın özlü bilge krallar, toplumun tamamının iyiliğini düşündüğü, diğer insanlardan daha fazla yöneticilik kabiliyetine sahip oldukları için devlet başkanı olmayı hak ederler. Devlet gücü güçler ayrılığı olmaksızın bilge kralların elinde olmalıdır. Yaradılıştan gümüş özlü kişiler de iyi insanlardır, fakat bunlar daha çok asker ya da görev adamı olmaya uygundurlar. Bronz özlü kişiler ise devlet adamlığına uygun değildirler.
Eflatun’a göre bizler idealar âlemindeki asıllarımızın yeryüzündeki gölgelerinden ibaretiz. Bu düşünce ahiret inancını çağrıştırır.
Aristo’da bir ideal devlet mevhumu vardır. İdeal devlet bir şehir devletidir. Devletin vatandaşları sadece şehirde yerleşik olanlardır. Dışarıdan gelenler ve köleler şehrin vatandaşı değildirler ve yönetimde söz sahibi olamazlar. Sizin de aklınıza günümüzün yabancı düşmanı, islamofobik Avrupası gelmedi mi?
Şehir meydanında yapılacak oylamalara, politikaya sorunsuz katılabilmeleri için şehir devletindeki vatandaşların nüfusu sınırlandırmalıdır. Artık topluma faydası olamayacak yaşa gelen vatandaşlar bir kayığa bindirilip denize salınmalıdır.
Eflatun felsefesine yakın güçlü liderleri yönettiği ademi merkeziyetçi devletler, despotizm ve faşizm riski taşımaktadırlar. Nitekim Medeniyetimizde, Haccac ve Hülagü gibi despotik devlet başkanları olmuştur. Aristo’nun ideal devlet anlayışından etkilenen (herkesin meydanlarda toplanıp hak istediği, yönetime müdahale ettiği) bir yönetim anlayışı ise anarşi ve kaos riski taşımaktadır.
İtalyan düşünür Machiavelli, bir Osmanlı-Fransa karşılaştırması yapmıştır: “Kim ki Türk padişahıyla savaşmak ister, hasmının güçlerini birlik halinde karşısında görür. Türk devletinin tamamını tek bir kişi yönetir. Fransa kralı ise bilinen ve sevilen birçok soylu arasında yer alır. Fransa kralına karşı, durumundan memnun olmayan kimi baronları yanına alabilirsin.”
Machiavelli’nin açıklamalarına, tarihe ve medeniyet birikimimize bakıldığında, geçmişte başkanlık sistemlerine yakın bir yönetim anlayışını benimsediğimiz görülmektedir. Cumhuriyetimize ve yakın tarihimize baktığımızda ise büyük değişimlerin (olumlu ya da olumsuz) bir sisteme değil, lidere bağlı olarak gerçekleştiğini görebiliriz. Dolayısı ile başkanlık sisteminin toplumumuzda daha etkin biçimde kullanabileceği ve daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.
SONUÇ
İkinci Dünya Savaşı’nın mağlupları olan Almanya ve Japonya’da, savaş sonrasında parlamenter sistemler getirilmiştir. Bu ülkeler ekonomik olarak başarılı hale gelmiş olsalar da siyasi ve askeri açıdan halen kontrol altındadırlar. Savaşın galipleri ise başkanlık sistemine daha yakın yöntemlerle yönetilmektedir. Parlamenter sistemde oluşan güç boşluklarının, atanmış bürokratlarca doldurulduğu görülmektedir. NATO üyesi ülkelerdeki Gladyo yapılanmaları, atanmış bürokrasi ve askeriye içerisinde oluşturulmuştur. Darbelerin de ardında böylesi yapılanmalar bulunmaktadır.
Sağlam bir demokrasi isteniyorsa öncelikle o demokrasinin bağımsız olması gerekir. Parlamenter sistem ülkemizde muktedir olamayan iktidarlar üretmiştir. Bu sebeple Türkiye’de medya patronları kendilerinde, başbakanların karşısına pijamayla çıkacak cüreti bulmuşlardır. Muktedir olamayan iktidarlar sebebiyle oluşan güç boşluğunda darbeler gerçekleştirilmiş, terör palazlanmıştır.
Fakat mevcut başkanlık sisteminin bazı handikapları bulunmaktadır. Başkan’ın ve yürütmenin, konularında uzman kişilerden oluşturulacak komisyonlarca denetlenmesi gereklidir. Bu denetim ne başkana ve yürütmeye takoz olmalı ne de biat etmeli. Ayrıca yürütmede sadece en büyük parti olmamalıdır, diğer partilerin de icraata katılımına imkân tanınmalıdır. Ben bahsedilen “reform paketi” nin içinde böylesi bir revizyon olmasını bekliyorum. Aksi halde “reform” boş bir söylemden öteye gidemez.