“SHP belediyelerinin çoğu tıpkı yerine geldikleri ANAP gibi yolsuzluktan nemalandı! ANAP’ın oylarını eriten rüşvet bağımlılığı SHP’yi de vurdu. Halk umudunu başka bir partide aramaya başladı: RP.” Son derece doğru bulduğum bu cümleler Soner Yalçın’a ait. O yıllarda dünya görüşüm yeni oluşmaya başlıyordu. Muhafazakâr biri olmamda dönemin siyasal gelişmelerinin büyük etkisi vardı. SHP’de Ergun Göknel skandalı, Nurettin Sözen’in beceriksizliği… Murat Karayalçın hakkında yazılmış bir kitap okuduğumu hatırlıyorum; Batıkent inşa edilirken Karayalçın’a yakın isimlere şirket kurdurularak nasıl yolsuzluk yapıldığını anlatıyordu.
Sonra sistemin başörtülü kızlara uyguladığı baskıları da anımsıyorum; dünyanın en masum simaları o kızcağızlara ait gibiydi. Tayyip Erdoğan, genç ve başarılı bir belediye başkanıydı. Seçilmiş Başbakan Erbakan’ın istifa etmeye zorlandığı, yerine gelen Ecevit’in baş örtüsü takan bir vekili meclisten kovduğu ve faizlerin gecelik %7000’lere çıktığı geliyor aklıma.
Uzun bir girizgâh oluyor biliyorum ama bugüne bağlayacağım, sabrınızı rica ediyorum.
Devam… Yıl 2001, İstanbul’da havaalanında bir arkadaşımla gelecek yolcumuzu bekliyorduk. Birden Tayyip Erdoğan belirdi yanımızda, AKP’nin tam da kurulmakta olduğu zamanlardı. Arkadaşım “İnanmayın bunlara, sahtekâr bunlar!” diye bağırmıştı. Aynı fikirdeydim, icazet için ABD’ye gidilmiş, Siyonist bir think thank kuruluşu ziyaret etmişti Erdoğan. Ayrıca ne mal olduklarını daha üniversite yıllarında anladığım Fetullahçılarla da iş tutuluyordu. Çevremde birçok kişi “Bunlara oy vermek lazım.” türü şeyler söylediyse de yıllarca kulak asmamıştım. Tayyip Erdoğan’ın bir konuşmasında BOP’un eş başkanı olduğunu söylemesi AKP ile ilgili düşüncelerimin daha da keskinleşmesine neden olmuştu.
İlk 12 yılında AKP, ekonomi konusunda başarılı oldu. IMF’ye borçlar ödendi, enflasyon Türkiye tarihinin en düşük seviyelerine indi, kişi başına milli gelir yükseldiği için pek çok kişi ev ve araba sahibi oldu. Eğitimde tam anlamıyla çuvallarken, sağlık ve ulaştırmada başka hiçbir partinin yapamayacağı şeyler başarıldı.
Refah artışı AKP seçmeninin sosyolojik yapısını da değiştirdi. Daha önce başörtüsü sebebiyle zulme uğrayan masum simalar, vekil olup mecliste çığlık çığlığa had bildirir hale geldi. Bazı iş adamları AKP bedeni üzerinde oluşan sarı yağ tabakasına larvalarını bıraktı, üzerinde kuluçkaya yattılar. Mesela parti genel merkezinin karşısına cami inşa ettiren iş insanlarının, kamu bankalarına olan borçlarının uzunca bir süre ödememesi sağlandı. Belediyelerden hafriyat ihalesi alan şirketlerin, kamyonlarına istiap haddinden fazla yük alınmasına göz yumuldu. Vesaire, vesaire…
Aliya İzzet Begoviç’in çok sevdiğim bir sözü vardır: “Davalar acılar içerisinde kazanılır, refah içerisinde ölür.” İlk yıllarında AKP’liler kapı kapı gezip oy istiyorken, bugün özellikle büyük şehirlerde böylesi bir fedakârlık göstermekten oldukça uzaktalar. Son belediye seçimden önce, Pendik’te AKP broşürü dağıtan Yusuf Özoğul kahraman olarak ilan edilmişti, hatırlarsınız. Yusuf İstanbullu değil Bayburtlu. Beyaz bir tozla fotoğraf veren AKP’li genç Ayvatoğlu (“O kokain değil pudra şekeri” diyen) ise İstanbullu.
AKP ve seçmeni nezdinde yukarıda bahsettiğim bozulmalar meydana gelirken, Tayyip Erdoğan, benim açımdan ideolojik olarak daha makul bir noktaya geldi. Mavi Marmara saldırısına verdiği tepki ve Davos’ta Peres’e “One minute!” çıkışı, BOP eş başkanlığı konusunda söylediklerinin samimi hisleri olmadığını ortaya koydu. Ardından FETÖ ile mücadele etmesi benim nezdimde ve kamuoyunda desteğinin artmasına sebep oldu.
“Peki, ‘Ne istediler de vermedik?’ sözüne ne diyorsun? FETÖ konusunda ‘Yanılmışız, kandırılmışız.’ sözüne inanıyor musun?” diye sorabilirsiniz. Buna cevabım: Hayır, ben daha üniversite yıllarında FETÖ’nün niyetinin ne olduğunu anlamışsam Tayyip Erdoğan’ın, bu konuda yanılmış olması mümkün değildir. “Hükümet olmakla muktedir olmak, muktedir olmakla iktidar olmak arasındaki farkı inanıyorum ki gayet iyi biliyorsunuz.” Bu sözler de Tayyip Erdoğan’a ait ve aslında geçmişte Fetullahçılarla AKP ilişkisini açıklayan ifadeler bunlar. AKP hükümet olduğunda asıl muktedir FETÖ idi. Yıllardır… Bu durum kamuoyuna kolayca anlatılabilecek bir şey değil. “Seçimleri biz kazanmıştık ama asıl iktidar onlardı. Başlangıçta onlarla işbirliği yapmak zorunda kaldık. Ama sonra onları bertaraf ederek muktedir olduk.” diyemezsiniz.
Evet, ama FETÖ’yü bertaraf etmek, hastane ve yol yapmak yeterli değil artık. Yetmediği belediye seçim sonuçlarıyla da ortaya çıktı zaten.
YAPILMASI GEREKENLER
Sezgin Baran Korkmaz olayıyla bir daha görüldü ki medyanın neredeyse tamamı kocaman bir foseptik çukurundan ibaret. Gazeteciler ile siyasetçilerin iletişiminin daha net kurallarla belirlenmesi ve denetlenmesi gerektiği ortada. Aynı şekilde medya patronu olmanın ve fon kaynaklarının da daha sıkı kontrol edilmesi şart, ciddi yaptırımlar uygulanmalı. Ne FOX TV’yi, Habertürk’ü ne de ATV’yi, TGRT’yi seyretmeye tahammülüm kalmadı artık.
TOKİ, KİPTAŞ ve belediye ihaleleri daha şeffaf olmalı.
Kanal İstanbul yapılsın ama bunun için 15 milyar dolar bulunabiliyorsa EYT için de bulunabilir. Kimse 38 yaşında süper emekli olmasın ama en azından belli bir süre çalışan ve belli bir yaşa gelen EYT’ler için bir çözüm bulunmalı.
Sadece anayasa değil, medeni hukuk, ceza hukuku ve icra iflas kanunu günümüze ve toplumumuza daha uygun hale getirilmeli.
Boğaziçi Üniversitesi gösterileri, Sedat Peker olayı ve siyasi parti üyelerine saldırılar, yurtdışı kaynaklı yeni bir operasyon döneminin başında olduğumuzu gösteriyor. Bu saldırılar amacına ulaşırsa bugünümüzü mumla ararız, kabul. Fakat kangren haline gelmiş sorunlar çözülmezse iktidar değişikliği kaçınılmaz hale gelir.
Haftaya da CHP için birkaç kelam edeceğim.
Kalın sağlıcakla.