TOPLUMSAL CİNSİYET
“Toplumsal Cinsiyet” kavramı 2007’de Avrupa Birliği kurumlarında, 2011 yılından itibaren ise Türkiye’de kullanılmaya başlandı. 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’nin maddelerinde de yerini aldı. Sözleşme metninine baktığınızda kadınların lehine bir kavram gibi duruyor. Fakat kavramda anlamsal bir bulanıklık var.
TOPLUMSAL OLAN ROLDÜR
Toplumun kadına yaklaşımında adaletsizlik bulunduğu, kadının eğitimde adaletsizlik yaşadığı, şiddete maruz kaldığı, erkeklerle eşit ücret almadığı belirtilmekte ki bu önemli ölçüde doğru. Yanlış olan ise bu durumla iligili olarak kullanılan “toplumsal cinsiyet” kavramıdır. Bana kalırsa bu kavramı “toplumsal rol” kavramıyla açıklamak daha doğrudur. “Hak” ve “sorumluluk,” insanların titrleri ve onlara biçilmiş rollerle ilgilidir. Rol biçmek toplumsaldır ama “cinsiyet” doğal ve biyolojiktir. Kimi akademisyenler İngilizcedeki “sex” kelimesinin biyolojik cinsiyete, “gender” kavramının ise “toplumsal cinsiyet” kavramına tekabül ettiğini iddia etmektedir. Hayır efendim, gender kavramı iki cins arasındaki sosyal ve kültürel rollerin farklılığıyla ilgilidir, cinsiyetin topluma bağlı olmaklığıyla alakası yoktur.
Peki bu neden önemli, cinsiyet ha biyolojiye bağlı olmuş, ha topluma bağlı oluşmuş; ne fark eder? Toplumsal cinsiyet kadın haklarıyla ilgili bir kavram gibi lanse edildiği için pek çok kadın ve sivil toplum örgütü tarafından benimsendi ve savunuldu. Fakat cinsiyet kavramı toplum bazlı ise ve değiştirilmesi gereken yanları bulunuyor ise doğuştan gelen ve değiştirilemez bir şey değildir. Ne kadar karşı gelirseniz gelin, Bu LGBT’yi normalleştirmekten öte teşvik eden bir yaklaşımdır. “Ne alakası var? Ne toplumsal cinsiyet kavramı ne de İstanbul Sözleşmesi’nin hükümleri LGBT ile ilgili değil.” diyenler var. Onlara şu iki soruyu soruyorum: “Neden toplumsal cinsiyet gibi anlamı muğlak bir kavram yerine kadına biçilen adaletsiz rol ifadesi kullanılmıyor? Siz bu kavramın LGBT ile ilgili olmadığını iddia ediyorsunuz ama neden bazı LGBT kuruluşları da toplumsal cinsiyet kavramı üzerinden üçüncü cinsi normalleştiriyor?”
PEKİ YA BİYOLOJİK CİNSİYET?
Doğu Anadolu’da çocuk gelin vakalarını azaltmaya beraberce çalışalım. Kadına şiddet, eşit işe eşit ücret konularında aynı saflarda yer tutalım. Fakat kadın ve erkek rollerinin pek çoğu “biyolojik” cinsiyetlerine bağlı olarak doğal biçimde oluştu. Çocuğu dünyaya getiren; vücudu, doğan bebeği beslemeye uygun cins olan annelerin çocuk bakımıyla daha yakından ilgilenmesi; daha kaslı ve iri olan erkeğin ise ailenin geneli için koruyucu olması kadar normal bir şey yoktur. Evlendiğimizde eşim çalışıyordu. Daha sonra artık çalışmak istemediğini söyledi. Sadece benim maaşım ile yaşıyor olmayı hiç yadırgamadık. Kaç kadın eşinin evde kalmasını, evinin geçim sorumluluğunu üstlenmeyi normal bulur? Buna, “İşte bu da toplumsal cinsiyetle ilgili, bu algının da değişmesi lazım.” diyenler olacağını da biliyorum. Benim bunu söyleyecek olanlara da sözüm var.
NORM DAYATMAK
Türkiye’de, adında toplumsal cinsiyet ibaresi bulunan sivil toplum kuruluşlarından rastgele birinin web sitesine girdim. Finansal destekçilerinin en başında Amerikan Konsolosluğu ve Carnagie Vakfı vardı. Sivil toplum kuruluşlarının dışında kimi vakıf üniversiteleri de toplumsal cinsiyet kavramının toplumda özümsenmesi için uğraşıyor. Bu vakıf üniversitelerin çoğunun sahibi Türkiye’deki büyük sermaye gruplarıdır. Siz bilim üretmiyorsunuz kardeşim, toplumun ve kültürümüzün tek tipleşmesi için taşeronluk yapıyorsunuz.
Değişim bazen gelişmeyi, bazen de yozlaşmayı ifade eder. Jack Goody, Tarih Hırsızlığı isimli kitabında zamanın ve mekanın boyutlarının Batı tarafından inşa edildiğini ifade eder. Türkiye’nin Roma takvimini kullanmasını garip bulur. Bulunduğumuz coğrafyayı sadece İngilizler değil bizler de “Ortadoğu” olarak adlandırıyoruz. Halbuki burada yaşıyorsak coğrafyamız bizim için doğuda değil herşeyin merkezinde olmalıdır. Sadece tarihi, zamanı ve mekanı çalmıyorlar. Aynı zamanda normlarımız da ellerimizden alınıyor. Goody Doğu’yla ve Müslümanlarla ilgili barışçıl bir yaklaşıma sahiptir. Modernizmin ve zenginlikten kaynaklı konformizmin Batı toplumlarını yozlaştırmakta olduğunu söyler. İslam ile etkileşim içerisinde olması bu yozlaşmayı azaltabilir. Başkası için fedakarlık yapmak, aile bağlarının güçlü olması gibi değerler bizim medeniyetimizde daha fazla bulunmaktadır. Birilerinin yeni normlara sahip olması gerekiyorsa Batı’nın bizden alması daha doğru olur. Aile mefhumu çöken, suç oranları daha yüksek olan, inançlarını yitiren Batılılardır.