Bazen yaşarken, olup bitenin farkında olmayız. Kendimizi geri çekip düşünmemiz, karşımızdaki resmin ne kadarını görebildiğimizi anlamaya çalışmamız gerekir. Peki, uluslararası ilişkilerde hangi resimle karşı karşıyayız? Devletlerarası, düşük yoğunluklu savaşlar dönemindeyiz. Rusya ile Ukrayna ya da İran ile İsrail arasındaki çatışmalar bunun en tipik örnekleridir.
Geçtiğimiz on yıl içinde istihbarat servisleri tarafından türetilen terör örgütleri, paramiliter gruplar ve paralı askerler üzerinden sürdürülen bir asimetrik savaş vardı. DAEŞ, Wagner, FETÖ, Boko Haram, Haşdi Şabi, Hizbullah gibi… Bütün bu örgütler ve gruplar kendi çıkarlarından ziyade, onları türeten devletlerin çıkarlarını korudular. Bu sebeple aslında birer özne değil çatışmaların nesnesidirler.
Geçtiğimiz on yıl içerisinde insan ve maddi kaynaklarının azalması ile birlikte yeni ideolojik farklılıkların ortaya çıkması sebebiyle bu yapılar, önemli ölçüde güçlerini kaybetti.
Fakat uluslararası ilişkilerde özne durumundaki güçlerin birbirleriyle olan hesaplaşması bitmediği için sahaya nesne durumundaki küçük devletler sürülmeye başlandı. Son bir iki aydır bazı ülkeler arasında yaşanan kimi sürpriz görüşmelerin, yakınlaşmaların en önemli sebeplerinden birisi de budur.
KÖRFEZ ÜLKELERİ
Geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan’ın veliaht prensi Muhammed bin Selman, Katar’a gitti. Pek çok kişiyi şaşırttı bu ziyaret. Çünkü bu iki devlet arasında ciddi bir husumet vardı. Türkiye’ye yaklaşması sebebiyle Katar, diğer Körfez ülkelerince tehdide uğramıştı. Suudi Arabistan, sınıra bir kanal kazarak Katar’ı bir adaya çevirmek üzereydi. Hatta bir darbe girişimi, Katar’daki Türk askerleri tarafından engellendi.
Evet, ne oldu da düşman kardeşler bir anda barışmaya karar verdi? İki şey oldu: Önce ABD, “Ben Orta Doğudaki güçlerimi Pasifiğe çekiyorum, önceliğim artık Çin.” dedi. Sonra İsrail, “İran, %60 oranında uranyum zenginleştirmeyi başardı. Nükleer füze yapmaya çok yakın. İzin vermeyeceğim, vuracağım.” dedi.
Bunun Körfez ülkeleri ile ne ilgisi var: Trump, Arapların gözüne bakarak, “Burada ABD olmadan iki hafta ayakta kalamazsınız.” demişti. Bunun doğru olduğunu hepimiz biliyoruz. O yüzden Körfez ülkeleri var olabilmek için yıllarca siyasal özne olmaktan vazgeçti. ABD ve İsrail çıkarları doğrultusunda hareket ettiler. Yerel güçler üzerinden Yemen’de, İran’la savaştılar. İsrail’in İran’a saldırdığı, ABD’nin yüz üstü bıraktığı bir ortamda yanı başlarındaki İran’ın gadrine uğramamaları olası değil.
Bu sebeple Muhammed bin Selman, İran ile diplomatik ilişkilerini başarılı bir biçimde sürdüren Katar’a bir ziyaret gerçekleştirmeyi gerekli gördü. Bu, Katar’ın üzerindeki Suud baskısını önemli ölçüde azaltacaktı. O sebeple Katarlılar sıcak bir karşılama merasimi düzenledi.
Aynı anda başka bir Arap veliaht da Türkiye’ye sürpriz ziyarette bulundu. 15 Temmuz darbe girişimine maddi destek sağlayan, subayları Libya’da Bayraktar TB-2’lerce öldürülen BAE tahtının veliahtı Muhammed bin Zayed, neden Türkiye’ye geldi? Gelmekle kalmadı; bir istihbarat aparatı olarak kullanmakta olduğu Sedat Peker’i susturdu ve Türkiye’de 10 milyar dolarlık yatırım yapacağını söyledi. Neden? Muhammed bin Selman Katar’a yakınlaşmak istemesi ile aynı sebepten…
Trump zamanında ABD’nin, BAE’ne kayıtsız şartsız F35 verileceği söylenmişti. Biden döneminde bu tutum değişti. ABD’li yetkililerce, BAE’nin, Çin’e F35’in teknolojisini transfer etmeyeceğinin garantisi olmadığı söylendi. Ardından BAE de milyarlarca dolarlık silah alımından vazgeçtiğini belirtti. BAE, Washington’daki Demokrasi Zirvesi’ne de çağrılmadı.
BAE, bir tokat da Araplığını bir kenara bırakıp barış anlaşması imzaladığı İsrail’den geldi. BAE, İsrail’den parasıyla Demir Kubbe Alçak İrtifa Savunma Sistemi almak istedi. Fakat İsrail satmadı. Bu durum BAE’nin, ABD ve İsrail nezdinde eşit bir muhatap değil, yalnızca kendi siyasetlerinin bir nesnesi olarak gördüklerini ortaya net biçimde koyuyor.
Muhammed Bin Zayed’in, ağabeyi ve kardeşi, daha önce şüpheli biçimde hayatlarını kaybetmişti. Türkiye’ye yaptığı ziyaretin, kendisini ayakta tutmaya yardım edeceğini umuyor olmalı.
UKRAYNA
4 Nisan 2021 tarihli yazımda Rusya-Ukrayna ilişkilerinin tarihi ile ilgili bir yazı yazmıştım, tekrara düşmemek için yeniden değinmiyorum.
Ukrayna topraklarında daha büyük çatışmaların yaşanmasından kaygı duyuluyor. Çatışmanın tarafı dahi olsa Ukrayna, Rusya tarafından muhatap kabul edilmiyor. Türkiye’nin arabuluculuk teklifini Ukrayna kabul etti ama Rusya kabul etmedi. Putin, “Ben ancak Biden ile görüşürüm.” dedi ve görüştü. Ukrayna, “Toprakları işgal edilen, bağımsızlığı tehdit altında olan benim.” demedi ve kendisi adına ABD başkanının Rusya ile görüşmesine ses çıkarmadı. ABD’nin derdi, Ukrayna’yı Rusya’nın elinden kurtarmak değil. Zaten bunu yapabilecek kapasitesi de yok. Biden, Rusya’yı Kafkaslarda yormak için Ukrayna’yı kullanıyor sadece.
Bağımsızlığını ilan ettiği günden beri Ukrayna hükümetleri ya Batılılara ya da Rusya’ya bağımlı oldu. Uluslararası siyasetin gerçek bir öznesi olamadı.
Önümüzdeki dönemde en fazla zarara uğrayacaklar; Ukrayna gibi, Körfez ülkeleri gibi ülkelerdir. Büyük güçler, kendi siyasetlerinin bir nesnesi olarak gördükleri bu ülkeleri birer koz olarak kullanıp harcamaya başladı.