Pek çok kişi, İsrail’in Kudüs’teki son zulmünü,Netenyahu’nun seçimleri kaybetmesine bağladı. Bu yorum yanlış değil: Hükümet kurma görevi Netenyahu’nun rakibi olan Lapid’e verildikten bir gün sonra, Aksa’da o menfur olaylar patlak verdi. Fakat İsrail’in, Filistinlilere zulmünün ardında daha köklüsebepler olduğu hepimizin malumu. Medyada konuyu ele alan bazı yazılar okudum. Çoğu ya Osmanlı’nın Kudüs’ten çıkış tarihi olan 1917’yi ya da Nekbe’yi, 2. Dünya savaşı sonrasını başlangıç noktası olarak ele almış. Gelin biz çok daha gerilere gidelim.
TARİH
Kur’an-ı Kerim’in ikinci suresi olan Bakara bir hayvan ile ilgilidir: Bakara “sığır” demektir. İsrailoğullarının, Hz. Musa’dan önce tapındıkları hayvanın adıdır. Musa’nın dinine geçtiklerini söylediklerinde kurban olarak sığırlarını kesmek istemediler. Hz. Musa, kavmini kardeşi Harun’a bırakıp yanlarından bir süreliğine ayrıldığında da yeniden eski tanrılarına tapınmaya başladılar. Binlerce yıl önce bahsedilen bu hikâye,aslında günümüzde hala devam ediyor. Nasıl ki İslam’ın ilk yıllarında kendilerini Müslüman olarak tanıtan bazı münafıklar oldu, Hz Musa’nın kavminde de Musevi gibi görünüp, eski inançların sürdüren bir kesim hep olageldi. O yüzden Bakara Suresi’nde bahsedilen bu olaylar eski hikâyelerden ibaret değil, günümüzde de yansımaları var.
Neyse, biz dönelim konumuza. Zaman içerisinde pek çok peygamber Kudüs çevresine ve İsrailoğullarınageldi. Hz. Süleyman hayvanlarla konuştu, büyük bir mabet inşa etti, Hz. Davut bir krallık kurdu. Fakat daha sonra bu kavme başkaca peygamber gelmeyince dinleri tahrif oldu ve birbirlerine düştüler. Önce Hz. Davut’un kurduğu krallık ikiye bölündü. Kuzeydeki yeni devletinadı İsrail, güneydekinin ise Yehuda oldu. Kuzeydekiler, Hz. Yakup’un, tanrıları olan Yahve ile güreşerek onu yendiğine inanıyorlardı. Bu sebeple “Tanrı Yahve”,Yakup’a İsrail adını verdi.” dediler. Bugün yedi devletin var olduğu Ortadoğu’yu da bu “seçilmiş millete” sonsuza dek vaat ettiğini ileri sürdüler. Aytunç Altındal’ın deyimiyle, “Bu Yahve kıskanç bir tanrıydı, İsrailoğullarına, diğer tanrılara inanmamaları için uyarılarda bulunuyor, hata yaptığı için pişmanlıklar yaşıyordu.” Güneydeki Yehuda Krallığı ise “Elohim”e inanıyordu. Tevrat’ın başlangıcındaki Genensis’in ilk cümlelerinde bahsedilen Elohim, İslamiyet’teki Allah tanımına yakındır. Göğü ve yeri yaratan, kudret sahibi bir tanrıdır. Fakat Tevrat’ın diğer kısımlarında Yahve gibi beşeri hatalara sahip, sınırlı kudrete sahip bir Elohim portresi bulunmaktadır.
Bu iki krallık yıllarca birbirleriyle savaşıp iyice zayıflarlar. Daha sonra farklı kavimlerin gadrine uğradılar; Kudüs çevresinden sürüldüler, katliamlara uğradılar. İlk olarak Asur kralı Nebukadnezar saldırmıştı Yahudilere, ilk sürgünü de bu dönemde yaşadılar. Pek çok Yahudi Asur Krallığına köle olarak götürüldü. Ardından Babil Krallığı… Bu süreçte kendi şeriatlarını tam olarak uygulayamadıkları için inançlarının kısmen revize etme mecburiyetinde kaldılar. Kudüs Talmut’unun yanında“Babil Talmut’u, Ezra Kitabı oluşturuldu. Sonra uzunca bir süre Roma İmparatorluğu’nun esareti altında yaşamak zorunda kaldılar. Romalılar tanrılarına ait heykelleri Yahudilerin yaşadığı şehirlere yerleştirmeye başlayınca defalarca ayaklandılar. Bu arada tarihte belki de ilk defa terör eylemlerini yöntem olarak kullandılar. Fakat Roma İmparatorluğu her defasında bu ayaklanmaları ve eylemleri en ağır biçimde bastırdı.
Roma, Hristiyan olduktan sonra Yahudilerin yeni belalısı kilise oldu, Katolik Kilisesi. Yeni sürgünler ve baskılar sebebiyle Yahudiler ya Avrupa’ya ya da daha sonra İslam’ı kabul edecek coğrafyalara gittiler. Avrupa’nın hemen her şehrinde kıyıma uğradılar. Toplumdan tecritedilip gettolara sıkıştırıldılar. O gettolarda fazladan bir tavuk beslemek için bile izin almaları gerekiyordu. Sıkıştırıldıkları gettolara sığmadıklarında ya da Yahudileri sevmeyen bir kral başa geçtiğinde defalarcaitlaf edildiler. Bulundukları şehrin belediyelerinin bayrakları için, hatta Hristiyanlar birbirine Noel’de hediye verebilsin diye bile vergi ödemek zorunda kaldılar.
Hem Katoliklikte hem de Yahudilikte faiz haram kabul ediliyordu. Yahudilere Avrupa’da sadece en pis iş olarak görülen para işlerini yapma hakkı verilmişti. Çünkü her toplumun paraya, borca ihtiyacı vardı, bu tür işleri birileri yapmalıydı. Orta Çağda Avrupa’daki Yahudilerin önemli bir kısmı rehincilik ve daha sonra tefecilik yapmaya başladı. Böylece inançlarından bir kez daha ödün vermek zorunda kaldılar. Günümüzde paranın peygamberi olarak görülen Rotschildlerin ataları, Frankfurt’ta bir gettoda yaşarken kralın mali işlerini yönetiyordu. İlk ciddi sermayeleri de bu dönemde oluşmaya başladı.
Bu arada Katolik Kilise’nin gadrine uğrayan sadece Yahudiler değildi. Hiçbir zaman Hıristiyanlığı benimsememiş, eski pagan adetlerini sürdürmek isteyen pek çok grup vardı Avrupa’da. Bunların milyonlarcası büyücü ve cadı oldukları için yakıldılar. Protestanlık ortaya çıktığında en fazla desteği bu gruplar verdi. Bu gruplar ile Yahudiler, Kiliseye ve monarşilere karşı ittifak yaptılar. Amerika keşfedildikten sonra bu ittifakın önde gelenleri Mayflower adlı gemiye binerek yeni kıtaya efendi olmaya gittiler. ABD’de yönetimi ele geçirdiler. ABD’de devrim yapan kadrodan Benjamin Franklin ve Thomas Paine gibi kişiler daha sonra Fransa’ya giderek ihtilalin altyapısını hazırladılar. İhtilal ve milliyetçilik akımı dünyaya yayıldıkça bu “Judea-christian” denen aslında daha çok pagan sayılabilecek medeniyet dünyaya hâkimolmaya başladı.
Bu noktada Yahudilerle ilgili önceki bölümlerden birinde bahsettiğim ayrışmadan biraz daha bahsetmek istiyorum. Bugün Musevi olan (tahrif edilmiş Tevrat’a inanan) Yahudiler ellerinde ciddi miktarda sermaye bulundurmaktadır. Fakat Küreselci denilen Yahudiler (Hz Musa’dan günümüze değin Bakara’ya tapan paganolan), asıl büyük sermayedarlar. Yahudi olmaları inanç esaslı değil, ırk esaslıdır. Bunlar sadece Müslümanlığa ve Hıristiyanlığa değil, aynı zamanda Museviliğe de karşıdırlar.
Pek çok kişi bugünkü İsrail’in kurucu babasının Theodor Herzl olduğunu düşünmektedir. Herzl, hiçbir zaman Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulmasını istememiştir. O, Sicilya gibi Avrupa’nın bir bölgesinin Yahudilere verilmesi için çalışmıştır. Hiçbir zaman Kudüs’te yaşamak gibi bir isteği olmamıştır. Başlangıçta projesi Rotschildlertarafından desteklenmiştir. Fakat daha sonra şüpheli bir biçimde vefat etmiştir. Ardından tüm ailesi benzer biçimde ölmüştür, soyu kurutulmuştur. Tıpkı eski ABD başkanlarından Kenedy’ler gibi… Rotschildlerin İsrail’debir müzeleri bulunmaktadır. Netenyahu’da 1970’lerde bu ailenin memuru olmuştur. O dönemden yan yana çektirdikleri pek çok fotoğrafları bulunmaktadır. Ee, ne olmuş? Bu ne anlama geliyor?
İSRAİLİN GELECEĞİ
On yıl kadar önce bir gazeteci, ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’a İsrail’in geleceği ile ilgili bir soru sordu. Yahudiliğin Küreselci/pagan tarafını temsil eden Kissinger, “2023 yılında İsrail devleti olmayacak.” dedi. Sonra ABD’de, “İsrailsiz Ortadoğu” konulu raporlar hazırlanmaya başladı. Küreselci/pagan Yahudiler,Musevi olan Yahudiler ile Müslümanları birbirine kırdırma hesapları yapıyor. O sebeple İsrail’de radikalizmi olabildiğince köpürtüyorlar. Tıpkı Hıristiyanlık içindeki Evanjelizm’in önünü olabildiğince açtıkları gibi. 10 milyonluk bir ülkenin, elinde nükleer silahlar bile olsa,çevresindeki 450 milyon insanı ve 1,400 yıllık bir medeniyeti yok ederek topraklarını ele geçirebilmesi mümkün değildir. Bırakın Nil ile Fırat arasındaki geniş coğrafyayı, Kudüs’ü bile ellerinde tutabilmeleri mümkün değildir. Arkalarındaki gücün asıl istediği de bu değil zaten.