Bir kalabalığın içindeyiz... Ama ne tuhaf bir kalabalık bu! Doğruyu görse bile, “ayıp olur şimdi” diyerek yanlışa susan, susarken onaylayan bir kalabalık... Ne çok ses var etrafta, ama ne az söz... Sanki konuşuluyor gibi, ama kimse bir şey söylemiyor. Her şey yerli yerinde görünüyor; oysa yanlışlar kibarlıkla cilalanmış, doğruysa köşe bucak saklanmış.
Bugünlerde iyilik, parlak yalan kılığında dolaşıyor sokaklarda. Vicdan ise vitrinlere konmuş, sadece bakılan ama asla el sürülmeyen bir süs eşyası gibi... Hayat, ezberlenmiş rollerin oynandığı ağır bir tiyatroya dönmüş sanki. Gülüşler içi boş kutular gibi yüzeysel, sahici olan her şey ya bastırılmış ya da boğulmuş.
Susmak, artık sadece sessiz kalmak değil. Bir sırt dönme biçimi… Görmezden gelişin sessiz yeminleri… “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” duasının yeni çağdaki halidir bu suskunluk. Oysa dokunmayan yılan sadece yaşlanmıyor; büyüyor, besleniyor, sonunda herkese dokunuyor.
Doğruyu söylemek, yalnız kalmakla eşdeğer görülüyor. İçten bir söz söylemek dışlanmanın davetiyesi sayılıyor. Çünkü doğru bir cümle, bazen bir ömürlük mesafe demek... İnsanlar doğruya değil, konfora yakın durmayı seçiyor artık. Ve belki de bu yüzden, sessizlik artık kırılmıyor. Herkes kendi cam fanusunda, kendi buğusuyla boğuluyor. Kimse o camın sisine parmağıyla adını yazmıyor… Silinmekten korktuğu için.
Peki...
Neydi hakikat?
Kime aitti cesaret?
Ve ne zaman unuttuk, doğrunun da bir dili ve bir bedeli olduğunu?
Bazen söz, sadece söylenmek için değil, susturulmamak içindir. Çünkü sözün sustuğu yerde, hakikat de yetim kalır.
Samim iğde
Yorumlar
Kalan Karakter: