Siz hiç Anadolu’yu gördünüz mü ?
Gözünüz alabildiğince bozkır, kulağınız duyabildiğince sessizdir.
Rüzgarın, ağaçların, derelerin sesini duyarsınız,
Kuşların, köpeklerin, koyunların sesini de.
Kahverengi ve sarıya çalar renkler.
Uzaktaki tandırdan pişmiş ekmek kokuları gelir burnunuza,
Yeni bir şey almak için, yenilenmek için çerçilerin yolunu gözlersiniz.
Zaman akıp gitmez, yavaştır,
Hatta bazen zaman durdu zannedersiniz, aceleniz yoktur.
Karanlık erken iner, sabahlar geç olur.
Ya çok soğuktur, bıyıklarınız donar,
Ya çok sıcak, kavrulur deriniz.
Sofranızda ya zeytin yoktur, ya da şekeriniz eksik.
Binlerce yılın yorgunluğu ile Anadolu kendini kurtaracak birini bekler sessizce.
Oysa ne gelen olur, ne de kurtaran.
Anadolu kendi kaderi, kendi yoksulluğu, kendi çaresizliği ile ağlar durur.
Fakirlik, fukaralık, yokluk, yoksulluk, cehalet kaderidir artık.
İşte bu acıdan çıkan ‘çığlık’lara, ‘bağırma’ya, ‘haykırma’ya bozlak denir.
Belli bir düzeni olsa da aslında bozlakta düzen yoktur.
Çünkü o coğrafyada düzen yoktur.
Ekonomide, politikada düzen yoktur…
İşte bu çığlığın içinden çıkmıştır Neşet Ertaş.
Kökleri Horasan’dan gelip, Kırşehir’e dayanmış olan fakir Muharrem Ertaş’ın oğlu olarak.
Öksüz,
Fakir,
Eğitimsiz,
Aç,
Gariban Neşet Ertaş…
Aylardan Eylül,
Sene: 2012
Saat: 08:45
Yer: İzmir
1938 yılında Kırşehir’de doğan Neşet Ertaş aramızdan ayrıldı.
Türkiye’nin gerçek kültürel çimentosu olan Üstad Neşet Ertaş yukarıdaki zorlu yerel şartlardan evrensele ulaşmış nadir Anadolu değerlerinden birisi olarak kalktı göç eyledi.
Kendisine pek çok özelliği veren Mevlası’nın yanına gitti.
Kim ki;
Bu ülkede yaşıyor ve Neşet Ertaş’a bıraktıkları için teşekkür etmiyorsa, haksızlık ediyor demektir.
İyi ki;
Neşet Ertaş bu coğrafyada fakir, fukara, aç bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmiş.
İyi ki;
Sevdiği o kıza kavuşamamış,
İyi ki;
O türküleri yakmış,
İyi ki;
O sazı çalmış, çağırmış,
İyi ki;
Devletin değil, halkın sanatçısı olmayı seçmiş ve başarmış.