İbni Arabî eserlerini herhangi bir müellif gibi düşünüp taşınarak yazmadığını, bu eserlerde yer alan bilgilerin zihinsel ürünler olmaktan ziyade birer “ilâhî imlâ” olduğunu özellikle vurgulamıştır.(Kılıç, t.y.) Bu tavrıyla Allah’tan gelen bir vahiy gibi vurguladığı şeyin aslında şairlere, hikaye, roman yazarlarına gelen ilhamlar gibi olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü vahiy almak yalnızca peygamberlere mahsustur. İbni Arabî ömr ü hayatında bir hayli sefere çıkmış sufilerdendir. Bu seferlerine ilk olarak 26 yaşında başlar ve kendisine “memsûku’d-dar” evinden ocağından ayrı düşmüş anlamında bir terim ile hitap edildiğini söyler.(Kılıç, t.y.) Genç yaşlardan itibaren yaptığı bu yolculuklar ve görüştüğü şeyhler nedeniyle şairler nasıl bir şeylerden ilham alarak şiirler yazıyorsa, İbni Arabî’nin de gittiği yerlerden, görüştüğü sohbet ettiği insanlardan etkilenerek yazdığı aşikârdır. Ayrıca Afifi de İbni Arabî’nin kaynaklarını şöyle listelemiştir:
- İslami Kaynaklar;
- Kur’an ve Sünnet,
- Hallac ve Bayezıd vb. ilk dönem panteist sufiler,
- Müslüman zahidler,
- Skolastik kelamcılar,
- Karmatiler ve İsmaililer,
- İranın Yeni Eflatuncu Aristocuları,
- İşrakiler,
- İslami olmayan kaynaklar;
- Helenistik felsefe
(Afifi, The Mytical Philosophy of Muhyid-din Ibnu’l-Arabi, 183-184)
Hz. peygamber vahiy alırken zor hallerden geçmiştir. “Rasulullah’ı soğuğu pek şiddetli bir günde kendisine vahiy nazil olurken gördüm. İşte öyle soğuk bir günde bile kendisinden o hal geçtiği vakitte şakaklarından şıpır şıpır ter akardı” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1.). İbni Arabî bu tür bir biliş tarzıyla sahip olunan bilgileri yazıya geçirirken yaşadıklarını bir doğum sancısına benzetir ve bütün eserlerinin, ya Allah’tan gelen mevâridin kalbini yaracak ve ciğerlerini parçalayacak hale geldiğinde daha fazla dayanamayıp bunlardan zaptedebildiklerini kaydetmek suretiyle veya hakikatin doğrudan doğruya mükâşefesiyle yahut da bizzat Allah’ın emriyle imkân dairesine geldiğini söyler.(Kılıç, t.y.) İbni Arabî bu tür söylemleriyle kendini Hz. Peygambere benzetmiştir. Ancak şu da bilinmelidir ki peygamberlerin mertebeleri ve halleri insanlardan farklı olmalıdır. Hz. peygamberle aynı hallere sahip olması beni bu düşünceye sevketmiştir. Aksi halde peygamberlerin aldığı vahiyler ile şairlerin yazdığı şiirler, hikaye anlatıcılarının anlattıkları arasında hiçbir fark kalmazdı.
Ve bütün bunlardan sonra ibni Arabî önceleri bunları yazmak gibi bir niyeti olmadığını, insanlara nasihat etme emrini almasıyla beraber içinde bu yönde bir gayret ve şevk uyandığını, bunu da sadece Allah’ın izniyle yapabildiğini söyler.(Kılıç, t.y.) Daha önce kendisini Hz.Peygambere benzettiğinden bahsetmiştim. Önce O’nun gibi üstelik aracısız bir şekilde vahiy aldı şimdi de vahye açıktan davet ediyor.
Bir padişah düşünün bir insana veziriyle haber gönderiyor. Bir başka padişah düşünün haberi bizzat kendisi ulaştırıyor. Hangisi muhatabını daha üstün tutar? Padişahın bizzat gitmesi mi yoksa bir aracı göndermesi mi? Bu noktada Hz. peygamber akla geliyor; Cebrailin kendisine vahiy getirdiği peygamber. İşte bu noktada sufiler akla geliyor ve İbni Arabî… “İslam’da ruhbanlık yoktur” hadisine rağmen günlerce çile ile keşf ve ilham ile uğraşıp kendilerini haber alma psikolojisine eriştiriyorlar ve nihyetinde bu “haber”e doğruluğu kesin olmayan bilgilere aracısız ve doğrudan ulaşıyorlar.
Öyleki günümüzde bazı insan toplulukları bu insanları peygamberlerden de üstün görüp daha da ileri giderek hâşâ Tanrı yerine koyma tenezzülünü gösteriyorlar. Şirk olarak adlandırılan bu durum İslam dinine büyük zararlar veriyor. Öyle ki sohbet etme fırsatı bulduğum birkaç Ateistin tepkisinin asıl olarak dine değil dini zora sokan insanlar olduğunu tespit etme fırsanına eriştim. Bu kendilerini Ateist olarak gören insanlar aslında dini tam anlamıyla anlamış iman etmiş ve kendilerine Ateist deyip kendilerini bu sonu gelmez şirk ve uydurma dini yaşama çılgınlığından koruma telaşına girişmişlerdir.
KAYNAKÇA
Kılıç, M. E. (t.y.). İBNÜ’l-ARABÎ, Muhyiddin. TDV İslâm Ansiklopedisi.
Yorumlar
Kalan Karakter: