Dünya adeta diken üzerinde. Her an dünyanın bir bölgesinde savaş çıkma ihtimalinin en güçlü hissedildiği bir dönemden geçiyoruz. Bunun yanında hali hazırda silahların acımasızca hüküm sürdüğü bölgelerde insanlık kafasını kuma sokmuş, halkların istemediği ama halk tarafından görev verilmişlerin sürdürdüğü bir insanlık dramı yaşanmaya devam ediyor.
Bir tarafta 24 Şubat 2022 başlayan ve hala devam eden Rusya-Ukrayna savaşı, diğer tarafta İsrail tarafından Hamas bahenesi ile yürütülen SOYKIRIM operasyonu.
Ben bu gün insanlığın son yarım yüzyıl içerisinde gördüğü en büyük soykırımdan bahsetmek istiyorum.
İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa ve Gazze de müslüman nüfusa karşı uyguladığı orantısız güç ve saldırılar sonrası Hamas İsrailin yaptığı bu zulme cevap olarak 7 Ekim 2023 tarihinde Aksa Tufanı Operasyonu'nu gerçekleştirdi. Bu tarih Ortadoğu'da kanlı bir sayfanın daha açıldığı gün oldu. Hamas'ın İsrail'e yönelik gerçekleştirdiği bu operasyon sonrası Gazze'de yaşananlar uluslararası hukukun hiçe sayıldığı ve insanlık değerlerinin arka plana itildiği bir dönemece girdi. Artık en temel soru, günden güne daha sert bir şekilde karşımızda duruyor: İsrail'in Gazze'deki askeri harekatı, esirleri kurtarmak gibi meşru bir hedefin ötesine geçip, Filistinliler'e yönelik topyekûn bir SOYKIRIM stratejisine mi dönüştü?
Esir Kurtarma Söylemi ve Orantısız Gerçeklik
İsrail, operasyonun meşruiyetini 7 Ekim'de esir alınan vatandaşlarını kurtarma üzerine inşa etti. Kuşkusuz, bir devletin vatandaşlarının güvenliğini sağlama sorumluluğu vardır. Ancak uluslararası hukuk, meşru bir hedefe ulaşırken bile kullanılan araçların orantılı olmasını ve sivil kayıpların en aza indirilmesini şart koşar.
Gazze'de yaşananlar ise bu ilkelerle bağdaşmıyor. On binlerce sivilin hayatını kaybettiği, şehirlerin yerle bir edildiği, hastane, üniversite ve altyapının sistematik bir şekilde tahrip edildiği bir süreç izliyoruz. Bu, "esir kurtarma" çerçevesini çoktan aşmış, bir yıkım, soykırım projesinin öncüsü gibi duruyor. Bu denli yıkıcı bir yöntem, stratejik bir başarısızlıktan çok, daha karanlık hedeflerin göstergesi olarak yorumlanıyor.
Topyekûn Yok Oluşun Stratejik Kodları
İsrailli yetkililerin "insan hayvanlarıyla savaşıyoruz" benzeri söylemleri, Gazze'deki 2.3 milyon insanı tek bir "terör" unsuru olarak göstermeyi amaçlıyordu. Bu dil, sivil-asker ayrımını silikleştirerek, kolektif bir cezalandırmanın zeminini hazırladı. Tüm bir şehrin haritadan silinmesi, tarım arazilerinin tahribi, su ve gıda kaynaklarına erişimin kesilmesi, bir toplumu hem fiziksel hem de ruhsal olarak çökertmeyi amaçlayan taktikler olarak okunabilir. Burada "güvenlik" söyleminin altında, Filistin sorununun kalıcı bir çözümünü imkansız kılacak, toprağa ve hafızaya dair tüm izleri silmeye yönelik bir strateji yatıyor gibi görünüyor. Bu perspektiften bakıldığında, esirler, bu daha büyük stratejik hedefler için bir bahane, bir casus belli işlevi görmüş olabilir.
Küresel Güçlerin İkircikli Tutumu ve Değişen Dengeler
Yaşananlar karşısında küresel güçlerin tutumu, uluslararası sistemin ahlaki ve siyasi çelişkilerini bir kez daha gözler önüne serdi. ABD'nin koşulsuz desteği, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde İsrail aleyhine alınabilecek her türlü kararı veto ederek ve milyarlarca dolarlık ek askeri yardım sağlayarak, İsrail'in eylemlerine fiili bir dokunulmazlık zırhı kazandırdı. "Sivil kayıplar konusundaki endişeler" ise somut bir baskı aracına dönüşmedi, sadece söylemde kaldı. Avrupa Birliği'ndeki çatlaklar ve yeni tanımlamalar da dikkat çekiciydi. AB içindeki bölünmüşlük, İspanya, İrlanda, Slovenya ve Norveç'in Filistin'i bir devlet olarak tanıma kararlarını almasıyla kendini gösterdi. Bu durum, AB içinde dahi İsrail'in politikalarına karşı büyüyen bir hoşnutsuzluğun ve insani krizin boyutlarının artık görmezden gelinemediğinin bir işareti olarak okunabilir.
Gazze'de yaşanan trajediye dünyanın dört bir yanından tepkiler gelirken, Avrupa Birliği üye ülkeleri arasında Almanya ve İtalya'nın Filistin'i henüz devlet olarak tanımaması, birlik içerisinde bazı endişelerin devam ettiğine işaret ediyor.
Sonuç olarak, Gazze'deki operasyonun insani bedeli ve yıkım boyutu, "esir kurtarma" söyleminin ötesine geçtiğini net bir şekilde gösteriyor. Bu süreç, uluslararası hukukun ve insanlık vicdanının ne denli kırılgan olduğunu bir kez daha kanıtladı. Küresel güçlerin bu ikircikli tutumu, adil ve sürdürülebilir bir dünya düzeni arayışında insanlığın ne kadar da yalnız kaldığını acı bir şekilde hatırlatıyor.
Yorumlar 1
Kalan Karakter: