“İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, çünkü kendini sevilmeye layık görmüyor.
Düşünmekten korkuyor, çünkü sorumluluk getirecek.
Konuşmaktan korkuyor, çünkü eleştirilecek.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, çünkü reddedilecek.
Yaşlanmaktan korkuyor, çünkü gençliğinin kıymetini bilmedi.
Unutulmaktan korkuyor, çünkü dünyaya iyi bir şey vermedi.
Ve ölmekten korkuyor, çünkü aslında yaşamayı bilmiyor.”
— William Shakespeare
Çocukluğum inanılmaz korkularla geçti. Annem ve babam çok yoğun çalışıyorlardı ve dört kardeş olmamızdan dolayı bize pek vakit ayıramıyorlardı. Sevilmeme korkusunu dibine kadar yaşadım. Yalnız kalmış bir çocuğun en büyük hayali ne olabilir? Tabii ki hayatta kalmak... Ben de hayatta kalabilmek için hep güvende hissettiğim yerde kaldım: evin en korunaklı köşesinde. Akşam olup hava karardığında içim cız ederdi. Karanlığın getirdiği ölüm korkusuyla kabıma sığamazdım. Çünkü gece demek, ölüm demekti benim için.
Sevilmeme korkusu, yalnız kalma korkusu, başarısızlık korkusu, hatta başarı korkusu... Hatırlayamadığım daha nice korkular! Aslında hemen hemen herkesin içinde bir ya da birkaç derin korku saklı. Ve çoğu zaman farkında olmadan bu korkuların dürtüsüyle hareket ediyor, tedirgin adımlarla görev bilincimizi şekillendiriyoruz.
Korku, insanın en derinlerinde saklı, karanlık bir gölge. Bazen fısıltı, bazen yırtıcı bir çığlık. Ondan kaçmak ya da onu görmezden gelmek kolay gibi görünse de aslında en zor olanı bu. Çünkü korkular kaçtığımız yerde değil, üstüne yürüdüğümüzde çözülüyor.
Peki ya korkuların ardında bir görev saklıysa? İşte o zaman korku bir pusulaya dönüşür. Korkunun en yoğun olduğu yer, genellikle en büyük eksikliklerin ve en derin yaraların olduğu yerdir. Orada, çözülmeyi bekleyen bir düğüm, iyileşmeyi bekleyen bir yara, aydınlatılmayı bekleyen bir karanlık vardır.
Ben de bu korkuların içinden geçerken farkında olmadan onların öğreticisi oldum. Toplumun ve bireylerin korkularıyla yüzleştikçe kendi içime döndüm. Kendi korkularımızı aştığımızda, başkalarının korkularını da anlamaya ve onlara destek olmaya başlarız. Çünkü gerçek cesaret, korkunun yokluğu değil, korkuya rağmen ilerleyebilmektir.
Tarih, korkularını aşarak büyük işler başaran insanlarla doludur. Onlar, karanlıkta bir ışık, umutsuzlukta bir umut olmuşlardır. “Korkunuz neredeyse, göreviniz oradadır.” sözünü bir motto gibi taşıyan bu insanlar, en büyük kahramanlıkların en büyük korkuların üstesinden gelindiğinde ortaya çıktığını gösterirler.
Unutmayalım:
"Karanlıktan korkarsan, ışık olamazsın."
"Özgürlük, korkuların bittiği yerde başlar."
"Korkunun olduğu yerde akıl susar, ama cesaret konuşmaya başlar."
Tıpkı Carl Jung’un dediği gibi:
"Korkunuz neredeyse, göreviniz oradadı
Yorumlar
Kalan Karakter: