Yalan, gerçeği çarpıtma, uydurma ve gizleme eylemidir.
Kimi yalan söylemeyi, kimi ise yalan dinlemeyi sever.
Peki, bir insan neden yalan söyler?
Yalan söyleyenin genellikle gizli bir çıkarı vardır. Örneğin, yaptığı yanlışı örtbas etmek isteyebilir. Eleştirilmemek ya da cezalandırılmamak için yalana başvurabilir.
Bir başka açıdan bakıldığında ise, kişi kendi yetersizliğini, başarısızlığını ya da kusurlarını gizlemek amacıyla yalanı bir kalkan olarak kullanabilir.
Bazen de yalana yatkın bireyler, ilgi ve dikkat çekmek adına abartılı hikâyeler anlatarak başkalarının onayını, takdirini ya da hayranlığını kazanmak isteyebilir.
Hele bir de manipülasyon vardır ki, yalanın en gizli ve sinsi hâlidir. Kişisel çıkar sağlamak, ilişkide üstünlük kurmak ya da maddi kazanç elde etmek amacıyla karşı tarafı yönlendirmeye çalışır.
Öte yandan, bir insan neden yalana inanmak ister?
Bazıları, defalarca hayal kırıklığı yaşamış olsa da yine de karşı tarafın yalanına inanmak ister. Çünkü inanan kişinin kendine güveni yoktur; karşı taraf ne söylerse söylesin, sorgulamadan kabullenir.
Bazen zamanı geldiğinde sorumluluk almamak ya da karşı tarafı suçlayabilmek için inanır.
Kimi zaman da kendi konfor alanını korumak adına inanmak ister; çünkü başka türlüsü işine gelmez.
Hatta bazen, karşısındaki kişiyi mahcup etmemek için bile inanmayı tercih edebilir.
Sonuç olarak, insan evladı —bilerek ya da bilmeyerek— en büyük zararı yine kendi kendine verir.
Kısaca, “bazı insanlar yalan sever.”
Kimi söylemeyi, kimi inanmayı, kimi ise her ikisini birden seçer.
Yalan, insana kısa vadede kazanç sağlıyormuş gibi görünse de, uzun vadede en büyük zararı yine yalan verir.
Bu tür insanlar; güvensiz, içsel çatışma yaşayan ve kimlik bunalımındaki bireyler olarak yansır çevrelerine.
"Yalan, güvenin katilidir; bir kez girdiği kalpte ne sevgi bırakır ne huzur." Mevlânâ
Ezo Filiz Bayrakoğlu
Yorumlar
Kalan Karakter: