Yetki ve sorumluluk, insan hayatının her alanında birbirine bağlı iki önemli kavramdır. Bir yerde yetki varsa, orada mutlaka sorumluluk da vardır. Bu ilişki, evrenden insana kadar geniş bir çerçevede işler. Yetki sahibi bir kişi, olumlu ya da olumsuz her türlü sonucun sorumluluğunu taşır. Bu durum bireysel yaşamdan toplumsal düzenlere kadar her seviyede geçerlidir. Mevlâna’nın şu sözü bu durumu özetler niteliktedir: “Kendi benliğine hâkim olan, dünyayı yönetebilir.” Bu ifade, yetki ile sorumluluğun kişisel düzeydeki dengesine vurgu yapar.
İnsanın Sorumluluğu ve Özgür İrade
Yaratıcı, insana özgür irade vermiş ve bu iradeyle birlikte sorumluluğu da yüklemiştir. Evrensel yasalar çerçevesinde insan, seçim yapma özgürlüğüne sahiptir. Ancak her seçim, bir sorumluluk doğurur. İnsanoğlu, her davranışının sonucundan mesuldür. Bu durum, Kur’an-ı Kerim’de “Herkes kendi davranışlarından sorumludur” (Tur Suresi, 21) şeklinde ifade edilmiştir.
Psikolojik olarak da özgür irade, insanın seçim yapma yeteneği ile sorumluluğunu bağdaştırır. Varoluşçu psikologlar Viktor Frankl ve Carl Rogers, özgürlüğün ancak sorumlulukla anlam kazandığını savunur. Frankl, "İnsanın anlamı, özgürlüğüyle birlikte sorumluluğunda yatar" diyerek bu durumu vurgulamıştır. Bu bağlamda özgürlük, yalnızca bir hak değil, aynı zamanda bir yükümlülüktür. Çünkü özgürlük, sorumluluğu kabul etmeyi gerektirir.
Güç, Yetki ve Merhamet Dengesi
Sosyal psikolojide Stanley Milgram’ın İtaat Deneyi, yetki ve otoritenin insan davranışları üzerindeki etkisini çarpıcı bir şekilde göstermiştir. Bu deney, bireylerin yetki sahibi figürlere itaat ederken kişisel sorumluluklarını nasıl göz ardı edebileceğini ortaya koyar. Bu fenomen, “sorumluluğun yayılması” olarak bilinir. İnsanlar, bir otorite figürünün talimatlarını takip ederken yaptıkları eylemlerden sorumluluk hissetmeyebilirler.
Mevlâna’nın şu sözü bu dengeyi çok iyi anlatır: "Merhamet gücün özüdür." Gerçek merhamet, güçten gelir ve bu güç sorumlulukla dengelenmediğinde merhamet yerini zulme bırakabilir. İnsanlar, sahip oldukları güçle birlikte merhametlerini kaybettiklerinde, ilişkilerde dengesizlik başlar. Güç sahibi olan kişi, eğer sorumluluğunun bilincinde değilse, karşı tarafa zarar vermeye başlar. Güç, zayıf olan tarafı daha da aşağıya çeker ve bu durumda kendi zalimimizi yaratmış oluruz.
İnsanlar güç ve yetkiyi doğru kullanmadıklarında zalimleşirler. Bu, tarih boyunca birçok kez gözlemlenmiştir. Örneğin, Firavun, gücünü zulme dönüştürerek kardeşine bile ihanet etmiştir. Ancak Musa’nın gelişiyle bu zorba düzen yıkılmıştır. Zorba, gücünü, zayıf ve güçsüz olanlardan devşirmektedir. “Öğrenilmiş çaresizlik” ile insan zulme maruz kaldığında hakkını arayamaz ve gücünü kullanamadığında zorba, zulmünü artırır.
İç Sorumluluk ve Bireysel Yetki
Birey, her şeyden önce kendisine karşı sorumludur. İnsan, kendisine verilen maddi ve manevi kaynakları doğru kullanma sorumluluğunu taşır. İç sorumluluk dediğimiz bu kavram, insanın vicdanına karşı olan sorumluluğudur. Mevlâna, bu konuda şöyle der: "İçindeki alevi söndürme; o alev seni doğruya götürecektir." Bu, insanın vicdanı ve içsel dengesiyle ilgili sorumluluğunun önemini vurgular. Vicdan, kişinin doğruyla yanlışı ayırt etmesini sağlayan en önemli yetkidir. Bu yetkiyi doğru kullanmayanlar ise içsel bir çöküş yaşar ve bu da toplumsal ilişkilerde kendini gösterir.
Erik Erikson’un Psikososyal Gelişim Teorisi, bireylerin yaşamları boyunca sorumluluk alarak kimlik gelişimini sürdürdüğünü savunur. Yetişkinlik döneminde sorumluluk almak, bireyin olgunlaşmasına ve hedeflerine ulaşmasına katkıda bulunur. Ebeveyn ve diğer otoritelerin, çocukluktan itibaren insana yetki ile birlikte verilen sorumluluk, bireyin özgüvenini, becerisini ve sorumluluk bilincini geliştirir. Yetişkin çocuklar değil, çocukluktan farkındalıkla yetişmiş bireylerin ve toplumların oluşması sağlanabilir.
Büyümek ile yetişmek arasındaki fark, bedensel ve zihinsel gelişim arasındaki farkı ifade eder. Bireyin bedenen büyümesiyle birlikte ruhsal, zihinsel ve bilinçsel olarak da olgunlaşması gerekir. Ancak hayatta sorumluluk almadan ve farkındalığı gelişmeden büyüyen bir birey, bedenen olgunlaşsa da zihni ve davranışları çocuk kalmış olabilir. Bu duruma hayat içinde sıkça rastlarız.
Bir birey, yaşına uygun yetki ve sorumluluk verildiğinde, yapabilme ve başarılı olma duygusunu deneyimler; bu da onun kendine güvenen bir birey olmasını sağlar. Örneğin, bir çocuk suyu döktüğünde ona dökülen suyu sildirdiğimizde, yetki ve sorumluluğun birlikte gelişmesini sağlar.
Devlet, Otorite ve Güç Dengesi
Yetki ve sorumluluk dengesinin bir diğer önemli alanı devlet yönetimidir. Tarih boyunca devletler, yetkilerini sorumlulukla dengeleyemediklerinde iç savaşlar, yıkımlar ve zulümler ortaya çıkmıştır. Modern demokrasilerde ise güçler ayrılığı ilkesi, devletin yetkilerini farklı organlara dağıtarak sorumlulukların paylaşıldığı bir sistemi ifade eder. Ancak bu sistemde de yetkiyi elinde tutan kişi ya da organ, sorumluluğunu yerine getirmediğinde toplumsal sorunlar baş gösterir. Demokrasi, yalnızca yetkinin dağıtılması değil, sorumluluğun da doğru bir şekilde paylaşılmasıyla anlam kazanır.
Yetki ve sorumluluk, insanın yaşamında, toplumda ve evrende önemli bir rol oynar. Yetki sahibi olan her kişi, bu yetkinin getirdiği sorumluluğun bilincinde olmalıdır. Güç ve merhamet, yetki ve sorumlulukla dengelendiğinde hem bireyler hem de toplumlar huzura kavuşur. Mevlâna’nın da dediği gibi: "Kimseye tahakküm etmeye kalkışma, çünkü insanın gerçek gücü, sorumluluğunu kabul edebilmesindedir."
Güç, sorumlulukla birleştiğinde merhamet ortaya çıkar, aksi takdirde zulme dönüşebilir.
Bu söze uygun olarak, bireyler ve toplumlar, yetki ve sorumluluk dengesini sağladığında adil ve huzurlu bir düzeni inşa edebilir. Çünkü ancak sorumluluğun bilinciyle hareket eden bireyler hem kendi yaşamlarını hem de toplumu daha huzurlu ve adil bir hale getirebilirler Sevgilerimle,
Arzu Tarakcı
Yorumlar
Kalan Karakter: