21 Ocak tarihli İran’ın Çıkmazları başlıklı yazımda şunları yazmıştım: “İran sürekli Emperyalist ABD’nin şeytan, Siyonist İsrail’in ise bir numaralı düşman olduğu retoriğini tekrarlıyor. Yalnızca Suriye’de Devrim Muhafızları, İran’da bilim adamları öldürüldüğünde değil, her zaman… Rejimi meşrulaştırmak için İsviçre çakısı kadar kullanışlı retorikler bunlar… Gerçek şu ki İran yıllardır Irak’ın kuzeyinde ve doğusunda ABD ile aynı oluşumları destekliyor.”
Durum böyleyse İran’ın cumartesi gecesi düzenlediği drone ve seyir füzeli saldırıları neydi?
İran’ın bu saldırıları sınırlı bir cevaptan ibaretti. İsrail’e ait Demir Kubbe hava savunma sisteminin bataryalarında kaç adet füze olduğunu, gönderdiği dronelerin ve füzelerin yüzde kaçının havada imha edilebileceğini çok iyi biliyordu İran. Daha fazla drone ve hipersonik füze göndermesi durumunda İsrail’de çok daha fazla hasar oluşacağının da son derece farkındaydı.
Suriye büyükelçiliğinde biri general olmak üzere önemli insanlarını kaybetmiş olmasına rağmen verdiği cevap aynı düzeyde olmadı. Cevabını her zamanki gibi alttan alarak verdi. Neden? Çünkü İran gerginliğin büyümesini istemiyor.
Trump, Süleymani suikast inden sonra İran’ın kendilerine Irak’ta yapacağı saldırıyı önceden bildirdiğini söylemişti. ABD yetkilileri, İranlılara bölgedeki boş bir yeri vurabileceklerini iletmiş, İranlılar da orayı vurmuştu. Lübnanlı enkırmen Faysal Kasım, bir haber programında “İsrail, İran’ı haber vermeden vurur. Fakat İran, bir saldırı düzenleyecekse her türlü bilgiyi; zamanına ve kullanacağı mühimmatlara kadar önceden ABD’ye verir.” dedi.
Peki, bütün bu yaşananlar bir tiyatrodan mı ibaret? “İran, tarihi boyunca hep Müslümanlarla savaştı. Hiç gâvurlarla savaşmadı.” söylemi doğru mu? Hayır, bu sözlerin doğru olduğunu söylemek mümkün değil. İran tarihte Roma’yla, Ruslarla ve Gürcülerle savaştı. Sovyetlerin ve İngiltere’nin işgaline uğradı. ABD’nin İran’da rehine olan vatandaşlarını kurtarma operasyonu başarılı olamadı ve İrangate Skandalı, ABD’de başkan değişimine neden oldu. O yüzden İran-ABD ve İran-İsrail ilişkileri için “Havlarlar ama birbirlerini ısırmazlar.” retoriği, aşırı indirgemeci bir yaklaşımın ifadesidir.
ABD-İran ilişkilerinde taraflar, aralarındaki gerilimi her zaman bir dengede tutmaya çalıştı. Arap-İsrail savaşlarından sonra Sünni Araplar, ABD ile müttefik olmayı çıkar yol olarak gördüler. NATO üyesi olan Türkiye için de durum böyleydi. Fakat ABD’nin Sünni ülkelerle müttefik olması, aynı zamanda bu ülkeleri kontrol altında tutabilmesini ve güçlerini sınırlayabilmesini sağlamıştı. ABD’nin, İran’ı düşman olarak ilan etmesi ise bu ülkenin, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda politikalar üretebilmesine ve etki alanını genişletebilmesine neden olmuştu.
ABD ve İran, Suriye ve Irak gibi coğrafyalarda vekil güçlere sahipler ve yeni güçlerin bölgede etki üretmesini istemiyorlar. Sahada yeni güçlerin olması ve Suriye gibi coğrafyalarda toprak kazanması, mevcut pastanın başkalarıyla bölüşülmesi anlamı taşıdığı için ABD ve İran, Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki operasyonlarını önleme noktasında kimi zaman eşgüdümlü hareket ettiler. Fakat bu, aralarında koşulsuz bir birlikteliğin olduğunun kanıtı değil, yalnızca çıkarlarının belli noktalarda çakışmasının doğal bir sonucu.
İran’a kalsa, İsrail ile ilişkilerini ABD ile benzer biçimde (gergin fakat kontrollü) yönetmek ister. Fakat bu noktada İsrail, ABD ile radikal biçimde ayrışıyor. İsrail, İran’ı kanlı bir savaşın içinde görmek istiyor. Hangi İsrail? Halkın tamamı mı? Hayır, bunu isteyenler aslında Netanyahu ve radikal Siyonistlerden oluşan diğer kabine üyeleri.
Aksa Tufanı harekâtından önce Netanyahu, kabarık yolsuzluk dosyaları sebebiyle zaten pek çok İsraillinin kurtulmak istediği bir başbakandı. 7 Ekim sonrası İsrail’in başlattığı operasyonda kaybedilen binlerce asker ve Kassam Tugaylarının elindeki Yahudi rehinelerin kurtulması için yeterli çabayı sarf etmemesi nedeniyle ülkesinde daha geniş kesimlerin nefretini kazanmış durumda. İktidar koltuğunu kaybetmesi, parmaklıklar ardında uzunca seneler kalmasına neden olacak gibi duruyor. Netanyahu’nun bu akıbetten kurtulabilmesinin tek yolu, arz-ı mevutun gerçekleşmesinde en fazla iradeyi ortaya koyan lider haline gelmesidir. O sebeple Gazze’de yakılan ateşin arz-ı mevut haritasındaki İran dahil her yere yayılması Netanyahu’nun işine geliyor.
Bu bölge, İsrail’in tek başına parçalayıp yutabileceğinden daha büyük olduğu için ABD’nin, İngiltere’nin ve olabildiğince Avrupa ülkesinin İsrail’in yanında düşmana karşı savaşmasını sağlamak gerekiyor. O sebeple İsrail, İran’ı kışkırtıyor ve yeni saldırılarla kışkırtmaya devam edecek. İran karşılık verecek ve sonunda ABD’de İran ile çatışmaya başlatmak zorunda kalacak. Haşarı evladını yüz üstü bırakmaya gönlü razı olmayacak ve sonunda İran’ı ezecek. Evet, bu hafta değil ama belki bu yıl olmasını bekliyorum bunun. Maalesef daha fazla masun insan… Fakat bu durum Netanyahu’nun, kabinesindeki radikallerin ve İsrail Devleti’nin kötü akıbetini değiştiremeyecek.