İmparatorluklar yıkılırken, aslında kültürel olarak en tepede oldukları zamandadırlar. Son noktada medeniyetlerine sundukları katkının tamamından haberdardırlar. Bu sebeple gerileme sürecinde bile imparatorluklar bünyesinde sanat, bilim ve siyaset konusunda önemli insanlar yetişir.
Örneğin Osmanlı… Sait Halim Paşa, Ahmet Cevdet Paşa gibi üst düzey entelektüeller yetişmiştir. Ya da mesela İngiltere… İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyadaki başat rolünü ABD’ye kaptırmış olsa da bünyesinden Lloyd George, Churchill ya da Toynbee gibi dahi devlet adamları çıkarmayı becerebilmiştir İngiltere…
Günümüzde ise ABD’nin ciddi biçimde gerilediğini görüyoruz. On yılda bir ciddi ekonomik krizler, Afganistan ve Irak’tan çekilme; Libya ve Suriye’de istediğini alamama; iç siyasette ulusalcılarla küreselcilerin kapışması; dünyanın en konvertibl parası olan ABD dolarının gücünü kaybetmeye, elektronik / kripto paraların ise hüküm yürütmeye başlaması… Bütün bunlar ABD’nin gücünü yitiriyor olduğunun göstergeleri…
Seksen yıl bir cihan devleti olduktan sonra gerilemeye başlayan ABD’de, çok önemli devlet adamları yetiştirdi.
Rockefellerler… Mashall Yardımı vasıtasıyla ve NATO bünyesindeki ülkelerde GLADIO yapılanmasını örgütleyerek ABD’nin hegemon bir güç olmasını sağlayanlar Rockefeller Ailesi idi. ABD içinde CIA, CFA, NSA gibi birçok kurumu oluşturanlar da yine bu ailenin mensuplarıydı. Yirminci yüzyılda yaşamış en önemli Rockefeller kimdir diye sorarsanız hiç düşünmeden, “David Rockefeller” derim. David Rockefeller altı yıl önce öldü ve hanedanlık içinde yerini de doldurabilen olmadı.
“ABD” ve “önemli devlet adamı” dendiğinde aklıma gelen bir diğer önemli isim Zbigniew Brzezinski idi. Kendisi üst düzey bir takdistendi. ABD’nin “Teröre Karşı Savaş” (aslında İslam’a karşı savaş) doktrininin mucitlerindendi. El Kaide, Sovyetlere karşı oluşturulurken Brzezinski, Afganistan’a gidip, Usame Bin Ladin ile kameraların önünde pozlar vermişti. Türkiye’de 15 Temmuz kalkışmasının yapılmasına karşıydı. Çünkü darbe başarısız olursa ABD suçüstü yakalanacaktı ve Türkiye’de ABD karşıtlığı doruk noktasına ulaşacaktı. Fakat sözü dinlenmedi ve öngörüleri gerçek oldu. O da David Rockefeller gibi 2017 yılında öldü, gitti.
Şimdi de Henry Kissinger öldü. Rockefellerler için çalışırdı. Bu ailenin üniversitesi olan Harvard’da rektörlük ve ABD Dışişleri Bakanlığı yaptı. Hiçbir zaman ABD başkanlığı falan yapmadı ama zekâsıyla o kadar etkin hale geldi ki özellikle ABD’nin dış siyasetinde bazı ABD başkanlarından daha fazla belirleyici oldu. Soğuk savaş döneminde Sovyetlerle ve Çin ile mekik diplomasisini o yürüttü. Sovyet Blok’unun kazasız belasız çökmesinde etkin rol oynadı. Hatta son dönemde ABD ile Çin arasında Tayvan meselesi yüzünden gerginlik çıkınca, ilerlemiş yaşına rağmen Çin’e gidip durumu yumuşattı. Rusya – Ukrayna savaşı için de “Rusya’ya onurlu bir çıkış imkânı sağlamak lazım, yoksa durum kontrolden çıkabilir ve savaş Batı Avrupa’ya sıçrayabilir.” Öngörüsünde bulundu.
Ha, melek miydi bu adam? Yok, hiç değildi. Latin Amerika ülkelerindeki pek çok darbeden, Vietnam Savaşı’ndan, Kamboçya’da yüz binlerce kişinin ölmesinden sorumluydu.
Kıbrıs Savaşı sırasında Türkiye’nin savaşa dâhil olmaması için uğraştı. Savaş sırasında Harvard’dan öğrencisi Bülent Ecevit ile görüşmüştü. Ecevit, Türkçe bilen Yuna subayların, gemilerine Türk Bayağı çekerek seyrüsefer halinde olduklarını anlatınca Kissinger’da, “Türkçe konuşulan bir gemiyi batırdığı için Türkiye’yi kimse suçlayamaz.” demişti. Sonra ne olduğunu hatırlayalım: Aynı yıl savaş sırasında Türkiye, yanlışlıkla kendisine ait TCG Kocatepe adlı savaş gemisini batırmıştı. Gemiye saldırmadan önce Türk pilotları, gemide Türk bayrağı olduğunu ve personelin Türk olduğunu söylemişti. Fakat bunun Yunanların bir aldatmacası olduğu cevabını almışlardı.
Kissinger ile ilgili bir anekdot daha paylaşarak bu haftaki yazımı sonlandırayım: Yıl 1973… İtalya Dışişleri Bakanı Aldo Moro, Sovyetler Birliği’nin, komünizmi Batı Avrupa’ya yaymak gibi bir ideolojisi olmadığını, bunun NATO için gerçek bir tehlike olduğuna inanmadığını söylüyor. Kissinger yanına gelerek açıktan, “Ya bu düşünceni değiştir ya da başına gelecek olanlardan sen sorumlu olursun!” diyor. Aradan birkaç yıl geçiyor. Aldo Moro, İtalya Başbakanı oluyor. Başbakan iken, pek çok koruma önlemine rağmen birden ortadan kayboluyor ve bir hafta sonra bir arabanın bagajında öldürülmüş olarak bulunuyor. Öldürenler, “Kızıl Tugaylar” adlı komünist bir örgüt… Örgütün başka da bir eylemleri olmuyor. Ne tuhaf değil mi? Yalnızca bir eylem için kurulmuş bir örgüt, ülkesinin Başbakanını öldürüyor ve aslında öldürdükleri kişi, ideolojilerine karşı falan değil. Tam aksine Komünizmi bir tehdit olarak görmediğini söylediği için Kissinger’dan tehdit almış.