Geçtiğimiz hafta Siyonizm tarihinden bahsederken, İsrail’in topraklarının genişletilğini, arzı mevut sınırlarına ulaşmak için insanların zihinlerinin filmlerle, yeni kavramlarla vs. nasıl bulanıklaştırdıklarından bahsetmiştim. Bu yazımda ise Orta Doğuyu Batılı güçlerin desteğiyle nasıl istikrarsızlaştırıp, insansızlaştırdıklarından bahsedeceğim.
Hepimizin bildiği gibi Osmanlı ordusu, Filistin’den çıktıktan sonra bölge, İngiliz mandasına girdi. 1917 yılında Britanya Dışişleri Bakanı Balfour, Yahudilere bir ulusal anayurt sözü verdi. Filistin’de… Hemen ardından “Haganah” adlı terör örgütü gözüne ilk kestirdiği bölgelerde, büyük çoğunluğu oluşturan Filistinlilere karşı tedhiş olayları başlattı. Ardından bir diğer Siyonist milis örgüt olan İrgun, 1931 yılında kuruldu. İrgun örgütünün başında, daha sonra İsrail devletinin başına geçecek ve Nobel Barış ödülü verilecek Menachim Begin vardı. Allah bizi Nobel Barış Ödülü alacak hale gelmekten korusun! Bu iki örgüt ve bakaca irili ufaklı Siyonist sabotaj çeteleri, yıllarca Filistinlileri canlarından bezdirdi. İkinci Dünya Savaşının ardından ise İsrail Devleti resmen kuruldu.
İsrail’in kuruluş yılında Filistinliler, “Nekbe (talihsizlik, felaket) Günü”nü yaşadı. BM’ler 1947’de Filistin’de Yahudiler ve Araplar için iki ayrı devletli bir yapı oluşmasını kabul etmişti. Araplar, bu kararı kabul etmeyip İsrail’e 1948 yılında savaş ilan etti. İsrailliler bu savaşta galip gelince BM kararnamesinde Filistinlilere bırakılması öngörülen bölgelerin de bir kısmını işgal ettiler ve tam yedi yüz bin Filistinli, Ürdün’e, Lübnan’a ve dünyanın dört bir yanına mülteci olarak dağılmak zorunda bırakıldı. Kalanlar ise sürekli biçimde İsrail terörüne maruzdu.
Eski İsrail Başbakanlarından Yitzak Şamir, bin dokuz yüz kırklarda Stern Çetesinin bir üyesiydi ve katıldığı terör saldırıları sebebiyle Filistin polisi etrafa arandığına dair afişler asmıştı. O zamanlar henüz SİHA’lar olmadığı için bu Stern Çetesi, suikastlerde kullanmak için kitap şeklinde bomba yapmayı icat etti.
Filistin’in, sadece yüzde beşi İsraillilere satılıştır. Bu yüzde beş satışın büyük bir kısmı da çaresizlik ve mecbur kalma sebebiyledir. Filistin’in alına toprakların geri kalanı ise işgal yoluyla edinilmiştir. Yani “Ne yapalım abi onlar da vatanlarını para için satmasaydı!” efsanesinin gerçeğe dokunan pek bir yanı yoktur.
Şunu da unutmayalım, dünyadaki mülteci sorunu, bazı hükümetler yüz binlerce kişinin ülkelerine akın etmesini istediği için değil, birileri bu insanlara vatanlarında yaşama imkânı bırakmadığı için oluşmuştur. Birilere bazı ülkeleri istikrarsızlaştırdığı ve insanlar hayatta kalmaya çalıştığı için…
İsrailliler, geçmişte yalnızca Araplara terör uygulamadı. Bu yöntemi yaygın biçimde Batılılara karşı da kullandılar. Örneğin, Nathan Friedman ve Yellin Mor, 1948 yılında İsveç Kontu Folke Bernadotte’yi öldürdü. Bir yıl sonra da ödül olarak İsrail kabinesinde kendilerine sandalye verildi.
1967 yılında İsrail hava kuvvetleri ve donanması, en önemli hamisi olduğu halde ABD’ye ait USS Liberty’i tüm uluslar arası hukuk kurallarını çiğneyerek vurdu. Saldırıda pek çok ABD askeri öldü ya da yaralandı.
Eski İsrail Başbakanı Menachim Begin’in, 1952 yılında ünlü Alman Şansölyesi Konrad Adenour’a karşı bir bombalı saldırı eylem planının arkasında olduğu ortaya çıktı.
İrgun Terör Örgütü, 1946 yılında Filistin’in İngiltere yönetim merkezinin bulunduğu King David Oteli’ni havaya uçurdu. İsrail’in terör eylemleri listesi böylece uzayıp gidiyor.
Ha, unutmamak gerek, bu arada 2003 yılında İrlanda asıllı ABD’li gazeteci Rachel Corrie’yi ve Akdeniz’in uluslararası sularında seyrederken Mavi Marmara Gemisi’nde 11 vatandaşımızın yaşamına son veren de yine İsrail’di.
Sonuç olarak İsrail, terörü geçmişte bir istikrarsızlaştırma aracı olarak sistemli biçimde kullanmıştır.
Arzı mevut mefkûresinin modern zamanlarda vücut bulmuş hali, Oded Yinon’u 1980 yılında Yönler adlı bir dergide yayınladığı belgedir. Oded Yinon Planı olarak adlandırılan bu bildirge, bir istikrarsızlaştırma doktriniydi. Daha kırk üç yıl önce Yinon, Libya, Irak ve Suriye’nin parçalanmasından bahsediyordu. Orta Doğu ve bazı Afrika ülkelerinin etnik yapı ve nüfus üzerinden ne tür zafiyetleri olduğu oldukça doğru analizlerle ortaya konulmuştu.
Yinon, Türkiye nüfusundaki iki azınlığa özellikle değiniyordu: Aleviler ve Kürtler… Nitekim NATOcu subaylar, Türkiye GLADIO’su ve terör örgütleri eliyle, bu iki grup ile Türkiye’nin Sünni çoğunluğu karşı karşıya getirilmek istendi.
Doksanlı yıllardan sonra İsrail ve ABD, sözüm ona “terör” ile doğrudan savaşmak yerine vekil terör örgütlerini kullandı. Eski İsrail başbakanlarından Ehud Barak, Afganistan’da o zamanlar “Mücahit” dedikleri Hizb-i İslam militanlarına gayri nizami harp eğitimi verdi. Türkiye, PYD’ye karşı Suriye’de yaptığı ilk askeri operasyonda başarılı olunca bir İsrail gazetesi “Altı yıllık emeğimiz boşa gitti.” şeklinde başlık atmıştı.
Önceki yazımda DAEŞ’in ne olduğunu, daha bu örgüt yaptığı eylemlere ait kendisi bile bir açıklama yapmamışken, bunları dünyaya kimlerin duyurduğunu anlatmıştım. Öyle bir örgüt düşünün ki “Cihat yapıyorum.” diyerek, Müslüman öldürüyor. Müslümanları yurtlarından ediyor. Ama devlet olduğunu ilan ettiği bölgede İsrail sınır komşusuyken, buraya bir tane bile saldırı düzenlemeyi düşünmüyor. Bu tuhaf değil mi?
Roma İmparatorluğu sınırları, doğudan gelen başıbozuk barbar kavimlerin sürekli istilası sebebiyle istikrarsız hale gelmişti. Sonra da hepimizin malumu; parçalanıp yıkılmıştı. Birileri tarihi iyi okuyor. Aynı yöntemle, Libya, Irak, Suriye ve Sudan parçalandı. Afrika’nın Kuzey Doğu ülkeleri ve Orta Doğu’da pek çok ülke benzer bir yöntemle; vekil terör örgütleri aracılığıyla istikrarsızlaştırılıyor ve insansızlaştırılıyor. Ne için: Bölgenin tamamını Filistinleştirmek için…