Beşinci Edremit Kitap Fuarı hasebiyle İstanbul'dan başlayıp, Balıkesir'in Edremit ilçesinde nihayet bulan ve benim için adeta kaşla göz arasında ifadesine örnek bir hızla sona eren zorunlu, zorunlu olması yanında bir o kadar da sorunlu yol hikâyemin minik bir özetini iliştirmek istiyorum. Müsaade eder misiniz?
Amaaan, siz müsaade edene kadaaar...
Aha da iliştiriyorum.
Bilenler bilir, Tunç Yayınevi yazarları arasında arada bir de olsa güzel yüreklerin, güçlü kalemlerin ve tanınmış simaların ezbere bilinen isimleriyle birlikte; minik minik harflerden oluşan devrik metinler içine dâhil edilir ve bazen de ismi kadar samimi, mavi, masmavi cümleler içinde yer bulur bu fakir kardeşinizin de ismiciği.
Reklam kokulu çocuksu bir ifadeyle Tunç Yayınevi'ni takdim edeyim öncelikle; Tunç Yayınevi sadece bir yayınevi değil, birbirini seven ve sayan yüreklerin, tarifsiz yürek sesleriyle dillere pelesenk olan ve layık olmayan zayıfları ise hayretler içerisinde hayıflandıran, kocaman, güçlü, mutlu ve başarılı bir ailedir. Evet evet aynen öyle; aile! Bitmedi ama neyse…
Tunç Yayınevi her fuar öncesi olduğu gibi 5.Edremit Kitap Fuarında da yer alacağını duyurdu tüm yazarlarına olduğu gibi bana da. Üşenmez ve tek tek haberdar ederler tüm yazarlarını, şahsen ben defalarca haberdar edildiğimden dolayı bizzat şahidim derim, diyeceğim.Ekonomik olarak tüm dünya ülkeleri tarafından gıpta ile takip edilen ülkemizin, övünç kaynağı duble yollarında adeta dur durak bilmeyen şehirler arası otobüs firmaları arasında şimdlik dış minnakların üretimi olan bir otobüs içerisinde, beni benden alıp Edremit'e götürecek bilet isimli bir kağıt parçası aradım.
Aradım, aradım, aradım ve buldum da amma param yetmedi!
"Nitelikli Meteliksiz" ismi ile kitap yazmış bir adamda o kadar ciddi miktarda para olduğunu düşünmek bile komik elbet ama istediler. Gözünün yaşına ya da rengine bakmadan, asgari ücret gibi kocaman bir fiyat istiyorlar valla.
Bilet isterken hepi topu bir tane olan yüzüm kara olsun isterdim yalan yok. Baktım tek bir kuruş ikram yapılmıyor, yapılabilinemiyor! Dedim ulan ben de saatçi olurum derhal. Hem de ne saatçi, en siyahından, kapkara!
Üstelik memleketimin sokaklarını memleketimin insanlarından daha rahat arşınlayarak seyyaren saat satanlar gibi kinayeli bakışlar ile komiklik yaparak değil, gerçek bir Sivaslı olduğum için; "nerelisin" sorusuna gururla ve gerçek bir Sivaslı gibi tok bir sesle övünerek; Sivas diye cevap veren bir saatçi oldum. Oldum amma nafile, indirim istediğime iki bin pişman oldum. E tabi hâl böyle olunca, Edremit'e gitmek için alternatif bir seçenek aramaya koyuldum ki, benim manevi evlat Eren Pamukoğlu telefonumu istedi ve saniyeler içerisinde gülümseyerek; "alt yapısı tamamen bizi kıskanan dış minnaklara ait" dediği BLA BLA isimli garip bir uygulama indirdi internetten "BLA BLA bunu mu buldun ula derken; çıkış noktası, varış noktası ve hareket saati gibi basit kutucukları benim istediğim şekilde işaretleyerek, şimdi aratalım" dedi. Arattı ve buldu vallaha BLA BLA isimli uygulamadan onlarca Edremit seyahati.
İki fakülte mezunu genç bir kardeşe ait ancak bizi kıskanan dış minnakların üretimi olduğu şaak diye hemen anlaşılan, Saab marka siyah, Ankara HUG plakalı yılan gibi bir araç…
Bakırköy İncirli metrobüs üst geçidinin altında buluştuk iki fakülte mezunu Trabzonlu genç Necmi kardeş ile... Yılan gibi diyerek izah etmeye çalıştığım o güzel aracın sahibi nasıl güzel bakıyordu anlatamam. O kadar yani.
Selâm sabah ile tanışıp, bir sonraki modern otostopçu arkadaşımızı alacağımız Zincirlikuyu metrobüs durağına doğru yola çıktık. Sabah saatlerinde ve hafta sonu İstanbul sakin ya hani, heh işte o yüzden şıppadanak geldik Zincirlikuyu metrobüs durağı yakınına. Olduk mu yılan gibi dediğim dış minnakların üretimi aracın içinde üç kişi, olduk. Son olarak İstanbul'un Anadolu yakasında bir modern otostopçu arkadaşımız kalmıştı. Hooop onu da aldık ve olduk mu dört nefes? Olduk.
Direksiyonda Necmi var. Necmi, zımba gibi genç ve yakışıklı bir kardeş. Onun hemen yanına kadın olması hasebiyle Yasemin isimli Samsunlu bir kardeşimiz oturdu. Yasemin kendi halinde sadece sorulunca cevap veren ve verdiği cevapları da arka koltuktan asla duyulmayan, duyulmadığını da umursamayan, cimcime rolü yapan yorgun bir Türk kadını. Arka koltukta kendinden emin bir ben ve yanımda az sonra benim yüzümden hayata küsecek kadar genç ve tecrübesiz ama Galatasaray şapkalı yakışıklı mı yakışıklı elektronik teknikeri Şakir...
Şakir'den başlayayım dedim öncelikle. Nereli olduğunu, ne iş yapıyor olduğunu, nereye ve neden gittiğini sora sora sözü getirdim sevgilin var mı noktasına. Var dedi, dediği an da zaten müsabakayı kaybetti.
Ispartalı bir kızla evlilik hayalleri kurduğunu söyledi ki, söylediğine pişman ettim kahkahalar eşliğinde üst üste espriler yaparak. Bilenler bilir ki, çabucak kaynaşma denildiğinde üstüme yoktur.
Yasemin telefonunu iki eli arasına almış sürekli birine mesaj yolluyordu. Arada bir başını çevirip gülümsüyor sonra yeniden ekrana bakarak yorgun parmak uçlarıyla pıtır pıtır mesaj yağmuruna devam ediyordu.
Necmi, araç içinde ekonomik durumu en iyi olanımızdı. Belliydi yani, para ondaydı ve dayı oydu. Belki de bu yüzden bir onun Edremit ile ilgili planları içinde beline kadar suyun içinde batıp çıkarak amele yanığı olmak yoktu. Şakir ise bir an önce ekmek kenarı kadar pişmek, yanmak ve sonrasında ev yapımı bir kâse yoğurt ile yoğurtlanmak için sabırsızlanıyordu.
Bir ara Necmi ani ama gayet kontrollü bir şekilde sağdan sola hamle yaptı ki, o anı kayıt altına almak isterdim yalan yok. Manevranın başlangıcı ile bitişi arasında geçen hepi topu bir ya da bir buçuk saniye süreyi, Yasemin bir ömür gibi kucakladı oturduğu koltuğu iki yandan kavrayarak. Necmi ile aynadan gülerek göz göze geldik.
Necmi KPSS sorularının cevaplarını çalmadan elde ettiği başarıyla oturduğu bir koltuk daha olduğunu söyledi ama ben dâhil kimse o koltuğun hangi makama ait olduğunu tam olarak anlamadı. E tabi para onda, dayı o. Olacak o kadar gizem.
İlk mola teklifini en paralı, en zengin ve en yakışıklı olan Necmi kaptan verdi. Mola yerine yanaşır yanaşmaz Şakir ve ben direkt çay içmeye, Necmi ve Yasemin ise WC diye yazılıp tuvalet olarak okunan noktalara yönelerek başlatmış olduk. İnsan fakir olunca doğal olarak tuvalete de nadiren uğruyor bu zamanda.
"Nitelikli Meteliksiz" kitabını yazan o ucu sivri kalemi tutan el bizzat bana ait olsa da, çayları kesinlikle ben öderim arkadaş, kimseye bırakmam yani. Oldu bitti resmen hastalıktır bu bende. Ama eğer param yoksa sadece tek bir bardak içer ve tam kalkılacakken aniden tuvaletim gelir, ilk ben kalkarım masadan. Bu da sadece ve sadece bizim millete has bir özelliktir inkâr etmeyelim.
Ara ara Şakir'i evlilik ve sonrası noktasında kurcalayarak, ara ara yorgunluğu gözlerinden okunurken cimcime rolü yapan Yasemin'e takılarak ve en zengin olma özelliği sebebiyle hep methiyeler eşliğinde konuşmaya gayret ettiğim Necmi ile birlikte çıkılan yolda ikinci bir mola daha verdik.
Şakir ve ben fakir olduğumuzu biliyor ve acıkmamak için WC diye yazılıp tuvalet diye okunan o yere ısrarla gitmemeye ant içmiş gibiydik. Necmi ve Yasemin rutin öncelikle ellerini yıkamaya yöneliyordu. Çayları yine ben ödedim. Benden daha hızlı çay parası ödeyen çıkmadı diyorsam inanın. Gerçi bana kalsa ben ne diyorsam inanın ama siz bilirsiniz yine de...
Ankara HUG plakalı yılan gibi dediğim aracın içinde benden başka bir Necmi bir de zorla konusturduğum, evlilik hayalleri kuran Şakir vardı sanki. Yasemin sınıfın bildiğiniz en tembel öğrencisi gibi elinde telefon, başı küçük Emrah gibi öne eğik ilerliyoruz...
Yasemin, maç esnasında kimsenin beklemediği bir anda mola isteyen basketbol koçu gibi heyecanlı el hareketleri, mimikleri ve küçük harflerle kurduğu çocuksu sessiz bir cümleyle WC dedi sanırım en zengin olanımız Necmi'ye. Yasemin'de çirkin şansı var sanırım; "zınk" diye yolun sağında bir benzinlik çıktı karşımıza. Millette ne para var be arkadaş; bizim gün boyu, o da yani mecburen bir kez uğradığımız, uğrayabildiğimiz o meşhur yere, parası çok olan insanlar zırt pırt girip çıkıyorlar. Böyle olunca da doğal olarak kıskanıyor tabi benim gibi fakirler.
Edremit girişinde evvelâ elindeki telefonun mesaj penceresinden daha sonra ise bizlerle vedalaşarak indi araçtan Yasemin. Evlilik hayallerinin başına buzdolabı ve çamaşır makinesi fiyatlarını yerleştirerek, neredeyse kurdeşen döken Şakir ve ben ise Edremit merkezde indik Necmi'nin yılan gibi aracından.
Şakir ile sade bir tokalaşma ile vedalaşırken, Necmi'nin zenginliğinden olsa gerek, sanki uzun yıllardır görüşmeyen iki dost gibi sıkı sıkıya sarılıp kucaklaşarak ayrıldık. Eee onun yılan gibi arabası, indiragandi yapılmadan hak edilmiş bir koltuğu ve o koltuk ile elde edilenden hariç bir de sanırım bir yerlerden kalan ya da kalacak hatırı sayılır miktarda parası var, olsun değil mi o kadar, olsun, olmalı. Yoksa yanarız, yanar.
Edremit merkezde bir bardak çay ve bir peynirli poğaça sipariş ettiğim börek salonunun klimasının nefes aldıran serinliği ile derin bir ooh çekecektim ki, telefonuma bir mesaj geldi. Savaş Koç ağabeyden gelen mesajda; Mihrinaz Ferhan Arduç hanımın ablacığının kurşunlanarak katledilmiş olduğunun altını çizen bir haber linki vardı karşımda! İstanbul'dan Edremit'e kadar yol boyunca neşe içinde geçen bir yolculuk ve sonrasında dâhil olacağım kitap fuarı o an bitmişti zihnimde. Çünkü Mihrinaz Ferhan Arduç abla ile defalarca yemiş içmişliğimiz, defalarca dertleşip hüzünlenişimiz, sayısız defa ise nasılsın diyerek telefonlaşmalarımız, her fırsatta abla kardeş gibi sarılıp kucaklaşmalarımız var.
Poğaça büyüdü, çay soğudu, klima cehennem ateşi üfler oldu bir anda!
Zeki Kaymakçı ağabeyi uykusundan uyandırarak haber verdim evvelâ. Sonra da şayet yarın defnedilecekse beni de bilgilendirmesini rica ettim.
Şakir'in kendisine takılmamdan dolayı "bula bula beni mi buldun ağabey hayattan soğutacak" dediği geldi aklıma ve şöyle söyledim kendi kendime; "BLA BLA hep iyi insanları mı bulur o dert denen, keder denen, acı denen garip his?"
Sormakla kalmadım cevapta verdim kendi kendime; "maalesef öyle, maalesef."
Hayal kırıklığı denilen o iğrenç şeyden ne kadar nefret ettimse, o da bir o kadar sırılsıklam âşık bana sanırım!
Akşam serinliği ile açılışı yapılacak olan kitap fuarı öncesi yayınevimin birkaç günlük ev olarak tayin ettikleri otellerine geçip, sohbet eşliğinde dinlenme fırsatı buldum. Sağ olsunlar, var olsunlar. Açılışa yakın; Ömer Baba, Damla abla, Hakan ağabey, Turan bey ve ben, hep birlikte yürüme mesafesinde bulunan fuar alanına geçtik. Dakikalar sonra Edremit'te olduğumu, daha evvel onun düzenlediği bir etkinlik ile tanımış olduğum Edremitli güzel dostlarına, dostlarımıza tek tek iletmiş üstat Zeki Kaymakçı ağabey. Ama nasıl bir dostluk anlatamam! Hıdır Bal ağabey Edremit'te olmadığını ancak bir dostunun yanıma geliyor olduğunu arayarak bildirişi, gelen dostunun dostum, ağabeyim dediğim Kadri Sezersan oluşu, hemen ardından bir gece önceden ve defalarca arayarak; "yerin başımızın üzerinde, bekliyoruz, bekleniyorsun" diyerek adeta seferberlik ilan eden Teras62 isimli güzide mekânın sahibi Kıyası ağabeyin bir daha, bir daha telefon edişleri. Yusuf Dişbudak ağabeyin misafirleri olmasına rağmen bir an olsun yanından ayrılmam büyüklüğü, "Cumba Kültür Sanat Topluluğu" olarak hemen herkes tarafından bilinen o örnek birlikteliğin mimari ve o topluluğun bireyleri tarafından "Kaptan" olarak ezbere bilinen yürekli kadını Deniz Ayfer Tüzün hocam ve onunla el ele vererek imzalı kitap alma zahmetine diyecek söz bulamadığım yüreği güzel insanlar, Belgin Elbruz Sarcan hocam ile sevgili eşleri, Milliyetçi Hareket Partisi Edremit ilçe başkan yardımcısı ağabeyim Hidayet Sarcan ve daha niceleri, niceleri...
Aman Allah'ım dedirtti yalan yok. Bu sebeple ismini saydığım ve sayamadığım herkese ama herkese sonsuz teşekkürler ediyor, önlerinde saygıyla eğiliyorum.
Fuar alanından hem huzur hem de hüzün duygusunu aynı anda yaşayarak ayrılan bir ben vardım sanıyorum.
Sözüm olsun ki, Allah ömür verir de yaşarsam, en kısa zamanda bir daha ve bu defa kucak dolusu şiirlerle, şiir dostları ile koşa koşa gideceğim onların yanına, koşa koşa.
23:30 ****simli otobüs firmasının İstanbul'dan son anda temin ettirdiğim 34 koltuk numaralı bileti ile yeniden yola revan olmak üzere fuardan ayrılıp otogara geçiş.
34 yerine 47 numaraya buyur eden uykucu muavin; ne seni unuttum ne de senin Dudullu’da indirmen gereken yan koltuğumda adeta bir cenin gibi kıvrılarak uyuyan yorgun genç kadını Esenler'e kadar götürmeni.
Uykum var, yorgunum ama bir son vedaya dâhil olmam gerek.
Koca bir camia içinden cami avlusunda sadece beş yorgun nefes buluştuk; Savaş Koç, Zeki Kaymakçı, Nejla San, Ümit Karaman ve ben!
Namaz, hak helâli, taziye ve teselli…
Savaş ağabey, Zeki Kaymakçı, Ümit Karaman ve ben daha sonra yaklaşık bir saatlik bir yürüyüş ile Üsküdar'da Abbara Kahve isimli mekâna geçerek aşure ikramı sonrası çaylarımızı yudumlayarak uzun uzun sohbet ederek günü uğurladık.
BLA BLA bir beni mi buldu dememek ve hayat bizlere her ne sunuyorsa onu buyur edecek, gerektiğinde ise dostlarla el ele mücadele edeceğiz. Tanımaktan dolayı şeref duyduğumuz insanlar da olacak, uzaklaştığımız için sevindiğimiz insanlar da... Ya da yitirdiğimiz için üzüldüğümüz. Şunu bileceğiz ki; şu an gülüyorsak, az sonra ağlayabileceğimiz kadar yalan, o derece de gerçek bu fani küre!
Sabrınız için teşekkür ediyor ve her birinizi en emin olana aşkın sahibine emanet ediyorum efendim, Allahaısmarladık.