Hayat, bedel ve karşılık üzerine kuruludur; bu, yaşamın temel ilkelerinden biridir. İnsanoğlu, maddi ve manevi, soyut ve somut anlamda her zaman bedel öder. Asıl mesele, kime, nereye ve nasıl bedel ödediğimizdir. Bazen hayatımız boyunca ailemize, işimize, eğitimimize ya da sosyal hayatımıza maddi ve manevi bedeller öderiz. Ancak geri dönüp baktığımızda, elimizde ne maddi ne de manevi anlamda tatmin edici bir yaşam olmadığını fark edebiliriz. İşte o zaman insan kendine şu soruları sorar: “Nerede yanlış yaptım?” ya da “Neyi eksik yaptım?” Hatta bazen, “Ne kadar şanssız bir insanım!” diye serzenişte bulunur.
Bedel, insanın kendisinden çıkan, ortaya koyduğu her türlü maddi ve manevi çabayı ifade eder. Hayatın dinamiklerinden biridir ve başka bir ifadeyle, “emek vermek” dediğimiz davranışlar bütünüdür. İnsanoğlu, nereye ve kime ne kadar bedel ödemesi gerektiğini anlamazsa, alma-verme dengesini kuramaz ve genellikle zarar gören taraf olur.
Sevdiklerimiz, yani eş, çocuk ya da anne-baba söz konusu olduğunda, bazı davranışlarımızı aşırıya kaçırırsak, çoğu zaman nankörlükle karşılaşırız. Çünkü evrenin soyut yasaları vardır; biz onları görmesek de fark etmesek de bu yasalar işler. Tıpkı nefes almak gibi, her an nefesimizi kontrol etmeyiz ama süreç otomatik olarak devam eder. Hayatın soyut yasaları da bu şekilde işler. İlişkilerimizde, iş hayatımızda ya da davranışlarımızda aşırıya kaçtığımızda, karşılığında beklediğimizi alamazsak hayal kırıklığı yaşarız.
Epiktetos şöyle der: “Sadece kontrol edebileceğin şeyler için endişelen; diğer her şey için beklentilerinden vazgeç.” Hayal kırıklığı, insanın umduğu ile bulduğu arasındaki farktır. Örneğin, doğum gününüzde sevdiğiniz kişiden değerli bir takı beklerken bir demet çiçekle geldiğinde hayal kırıklığı yaşarsınız. Çünkü beklentinizi yükseltmişsinizdir ve istediğiniz olmayınca mutsuz olursunuz. Bu yüzden, hayatta beklentilerimizi dış dünyadan ne kadar azaltıp kendi bedellerimizi ne kadar artırırsak, o kadar mutlu bireyler oluruz.
Öte yandan, karşımızdaki insana da bedel ödettiğimizde ve alma-verme dengesini kurduğumuzda ne tanrı ne de kul oluruz. Bedel alan insan genellikle umursamaz ve değer vermez. Bu yüzden bedel ödeyen, karşı tarafın ona daha çok ilgi göstereceği ya da daha fazla değer vereceği beklentisiyle bedel ödemeye devam eder. Ancak, ödediği bedelin karşılığını alamadığında hayal kırıklığı yaşar.
Eğer bir insan sürekli alan tarafta olursa, yani karşılığını ödemeden sahip olduğu her şey, eninde sonunda elinden alınır. Size hediye edilen şey kadar hayata karşı bir bedeliniz olmalıdır. Henüz öğrenci olan bir genç, çalışmadan bir başkasının otuz yıl çalışarak elde edemediği telefon ya da arabaya sahip oluyorsa, o telefon düşer ve camı kırılır. Arabası bir şekilde zarar görür. Çünkü hayatta hiçbir şey karşılıksız değildir; karşılıksız alınan her şey, mutlaka geri alınır.
Bir örnek vermek gerekirse, günümüzde gençlere baktığımızda, 15 yaşındaki biri 10 yaşındaki gibi, 20 yaşına geldiğinde ise henüz ergenlik dönemine yeni girmiş gibi davranabiliyor. Bunun sebebi, hayata karşı ödedikleri bedelin düşük olmasıdır. Becerileri bu yüzden gelişmemiştir ve olgunlaşmaları tam anlamıyla gerçekleşmez.
Diogenes’in ünlü bir hikayesi vardır: Bir gün pazarda yürürken, insanların çok çeşitli mallar için çaba sarf ettiğini görür. Oysa Diogenes, sadece ihtiyacı olan şeyi alıp yoluna devam eder. Bu sadelik ona içsel bir özgürlük kazandırır. Büyük İskender ona “Bir isteğin var mı?” diye sorduğunda, Diogenes'in cevabı şu olur: “Gölge etme, başka ihsan istemem.”
Dış dünyadan beklentiniz ne kadar yüksekse, kendinizden beklentiniz o kadar düşük olur. Dışarıdan gelen her çözüm, sorunu daha da büyütür ve karmaşık hale getirir. Ödemediğiniz her bedel, dışarıda size ödetilir. Örneğin, bir insan hayatta her sorununu ailesi, akrabaları ya da çevresindeki insanlar aracılığıyla çözdürmüşse, iş hayatına atıldığında karşılaştığı sorunlar artarak gelir ve o bedeli ödemek zorunda kalır.
Bir başka örnek de kelebek hikayesidir: Bir adam, bir kelebeğin kozasından çıkmaya çalıştığını görür. Kelebek uzun süre mücadele eder, sonunda adam ona yardım etmeye karar verir. Kozayı dikkatlice açar ve kelebeğin kolayca çıkmasını sağlar. Ancak kelebeğin kanatları tam olarak gelişmez. Çünkü adam, kelebeğin kozadan çıkarken verdiği mücadelenin kanatlarının güçlenmesine yardımcı olduğunu bilmemektedir. Yardım ederek bu süreci engellediği için kelebek tam anlamıyla gelişemez.
Bu nedenle insan yetiştirirken, çocuğa yaşına ve cinsiyetine uygun sorumluluklar vermek ve bedel ödettirmek, daha bereketli ve verimli bir yaşam sürmelerine yardımcı olur. Kuantum yasası ve inancımız da pozitif düşünmeyi ve dua etmeyi önerir; çünkü sözler etkilidir. Ancak sadece istemek yetmez; eyleme geçmeli ve istediklerimiz için bedel ödemeliyiz. O zaman dua ve olumlamalarımız daha güçlü olur. Evrenin soyut yasalarından biri, hayata, çevrenize ve evrene bedel ödemeniz gerektiğini söyler; bu şekilde hiç ummadığınız işler bile yoluna girer. Bazen erişemediğiniz bir istek, okul, iş ya da eş, ödediğiniz bedel sayesinde size yaklaşır ve gerçekleşme olasılığı artar.
Her kültürde sadaka vermek yaygındır. Yeni bir ev ya da araba aldığımızda ya da işe başladığımızda insanlara ikramda bulunuruz. Bu, sahip olduğumuz şeyin karşılığında bedel ödediğimiz anlamına gelir ve aynı zamanda yaratıcımıza şükranlarımızı ifade ederiz. Kıl payı kurtulduğumuz kazalar ya da beklenmedik zorluklar karşısında, “Verilmiş sadakamız varmış” deriz. Sadaka, bedelimizin yetmediği yerde bize yardımcı olur.
New York’ta bir Türk kafe sahibine ödül verildiğinde, röportajda her akşam kalan yemekleri paketleyip evsizlere dağıttığını söyler. Ardından fark ettiği şeyi şu sözlerle anlatır: “Verdikçe vermediğimi gördüm; ertesi gün dükkanım dolup taşıyor.” Burada, yaratıcının soyut yasası işlemektedir. Veren el olduğunuzda size daha fazlası verilir.
Friedrich Nietzsche şöyle der: “Eğer uçmayı öğrenmek istiyorsan, önce ayağa kalkıp yürümeyi, sonra koşmayı, ardından tırmanmayı ve nihayet dans etmeyi öğrenmelisin. Uçmak yoktan var olmaz.” Bu söz, bireyin büyük hedeflerine ulaşmak için küçük ve zorlu adımları göze alması gerektiğini ifade eder. Gelecekte iyi bir hayat istemek bir amaçsa, o hayata ulaşmak bir hedeftir. Çünkü amaç soyut bir kavramken, hedef somuttur. İyi bir hayat için iyi bir mesleğe sahip olmak gerekir; iyi bir meslek için ise onunla ilgili eğitim almak gerekir. Bu da hayatta ödememiz gereken somut ve soyut bedelleri içerir. Örneğin, her sabah erkenden kalkıp okula gitmek, ders çalışmak için uykudan, partilerden ya da gezmekten feragat etmeliyiz. Çünkü hayatta “her seçim zıddından vazgeçmek” demektir. Bir seçim yaptığınızda, zıddını da terk edersiniz. Eğitim için evde boş zaman geçirmekten, evliliği seçtiğinizde, bekarken yaşadığınız hayatı bırakmış olursunuz; iş hayatını seçtiğinizde, her saat istediğinizi yapmaktan da vazgeçersiniz.
Bedel ödemeden ve emek vermeden mutlu ve huzurlu bir hayata ulaşmak imkansızdır. Hayatta her şey bir bedel gerektirir; emek vermeden, zorluklara katlanmadan ve sorumluluk almadan hiçbir şeye gerçek anlamda sahip olamayız.
Bu yüzden, her adımda ödediğimiz bedel, gelecekte kazandığımız huzurun ve mutluluğun teminatıdır.
Sevgilerimle
Arzu Tarakcı
Yorumlar
Kalan Karakter: