Nazi soykırımından kurtulan insanlara, başkalarının yaşamakta olduğu topraklar üzerinde dahi olsa bir devlet kurdurulması, dünyaya meşruymuş gibi gösterildi. Siyonistler onlarca yıl ekmeğini yedi ana-babalarının ve onların ebeveynlerinin. Soykırıma uğramış olmak dünyadaki en kötü şeylerden biri. Ama bunu dibine kadar istismar etmek de berbat bir şey. Kim çıkıp, “Filistin,” dediyse, “Yoksa sen anti-semitik misin? Unuttun mu soykırımı?” deyip susturdular.
“Peki, şimdi ne değişti? İsrail devlet olduğunda “Nekbe” yaşandı, yedi yüz bin Filistinli topraklarından sürüldü yine de herkes Siyonistlere “eyvallah” etti. MOSSAD, Yaser Arafat’ından Şeyh Ahmet Yasin’ine kadar onlarca Filistinli lidere suikast düzenledi bir şey olmadı. Arel Şaron, Lübnan’da Sabra ve Şatilla’da bir katliamın fitilini ateşledikten sonra İsrail’e yine bir şey olmadı. Filistin’in neredeyse tamamını, Suriye’de Golan tepelerini gasp ettiklerinde kimse gıkını çıkarmadı da şimdi Gazze’ye saldırdılar diye mi İsrail’in sonu geldi?”
Doğrusu bir süredir radikal değişimler gerçekleşiyor.
İsrail, İngiltere ve ABD’nin desteğiyle Orta Doğuda yıllarca askeri ve politik tüm hedeflerine birer birer ulaştı. Büyük İsrail, ideali çerçevesinde iki nehir arasındaki toprakların tamamı alınamamış olsa da bu bölgedeki devletler büyük ölçüde kontrolü altına girdi İsrail’in. Kontrol altına alınamayanların bir kısmı parçalandı. Henüz parçalanamamış olanlar doğrudan ya da beşinci kol faaliyetleriyle saldırıya uğradılar. Fakat Gazze’de, bu ilerleyiş durdu. Tamamen yok etmek istedikleri Hamas’ın, yok edilemez olduğu somut bir gerçeklik haline geldi. Bunu hem ABD’li hem de İsrailli askeri yetkililer dillendiriyor artık. Gazze’de yer üstünde her şeyi yıktılar ama yer altındaki dehlizlere hükümleri geçmiyor.
Yahudiler, tarih içinde onlarca soykırımdan, birbirlerine tutunabildikleri, birlik olabildikleri için kurtulabildiler. Bugün aralarında büyüyen karşıtlığın eşi menendi yok. Bir yanda Siyonistler, diğer yanda Hasidikler ve sekülerler. İsrail, milli bir devlet olma özelliğini Netanyahu’nun iktidarda kaldığı her dakika kaybediyor. Artık Yahudiler birlik halinde değil, çözülme başladı. Netanyahu gitse bile iki karşıt grup yeniden bir araya gelemez. Siyonistler için savaşı sürdürmek bir iman meselesi. Sekülerlere göre ise bütün komşularını düşman haline getirdikleri, İsrailli rehineleri Hamas’ın eline bıraktıkları ve ülkelerinde korku içinde yaşamaya neden oldukları için Siyonistler, kurtulmaları gereken baş belalarıdır.
Yaşanmakta olan en radikal değişimlerden biri de İsrail’in, uluslararası camiada, diğer ülkeler nezdinde giderek yalnızlaşıyor olmasıdır. ABD’de ve Avrupa’da özellikle gençler, “Batılı değerler” dedikleri, kendilerine ait bildikleri o şeylerin, kendi hükümetlerince nasıl iğdiş edildiğini görüyor ve buna tepki gösteriyor. O yüzden Batılı devletler, İsrail’in soykırımcı olduğunu giderek inkar edemez hale geliyor. Gençler gelecektir ve İsrail tarafgirliği, Batı için sürdürülebilir bir politika olmaktan çıkıyor. Nitekim Norveç, İrlanda ve İspanya Filistin’i bir devlet olarak tanıma yolunda adımlar atmakta. Bu, diğer ülkelere de sirayet edecek bir adımdır.
Son ve belki de en önemli radikal değişim ise uluslararası hukuk çevrelerinin İsrail’e ve hükümetine olan tutumuyla alakalı. Uluslararası hukuk, İsrail aleyhine hiçbir zaman bugünkü kadar çalıştırılmamıştı. İlk hamle Güney Afrika’dan geldi. Uluslararası Adalet Divanı’ında, İsrail’e soykırım davası açtı bu devlet. Bu girişim sonrası İsrail, Güney Afrikalı bazı yetkilileri tehdit etti ama bu işe yaramadı. Ardından Türkiye de bu davaya müdahil olmak için başvuruda bulundu.
Türkiye ve Güney Afrika, süreçte müstakil hareket ediyor gibi gözükse de aralarında bir koordinasyon var. Güney Afrika, iddialarına mesnet teşkil etmesi için Anadolu Ajansı’nın Gazze’de çektiği resimleri, topladığı kanıtları kullanıyor.
Osmanlı Devleti, zamanında Güney Afrika’daki Müslümanlara yardım etmeleri için Hişam Nimetullah ve Ebubekir Efendi gibi önemli din âlimleri ve memurlar göndermiş. Bu kişiler Güney Afrika’da kalıp, soylarını günümüze değin sürdürmüşler. Torunları bu kişilerin hayatlarını kitaplaştırıp, zaman içinde Türk yetkililerle temasa geçmişler. Osmanlı, birçok Güney Afrikalı Hıristiyan siyahi nazarında, sonunda yenilmiş de olsa, sömürgeci Batıya karşı savaşmış bir devlettir. Özellikle son beş-on yılda bu bağlar üzerinden Güney Afrika ile Türkiye arasında derinden ilerleyen bir yakınlaşma mevcuttur.
Neyse, biz yine dönelim İsrail’in uluslararası hukuk nezdindeki durumuna. İsrail’e karşı harekete geçen tek kurum Uluslararası Adalet Divan’ı değildi. Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Kerim Khan, yakın zamanda Netanyahu ve İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama talebinde bulundu. Sivil halkın “katledilmesinden”, topluca “imha ” edilmelerinden ve “topluca cezalandırılmalarından” sorumlu oldukları gerekçesiyle… Tutuklama talebinde, “İsteyerek öldürme, sivilleri aç bırakmayı bir savaş yöntemi olarak kullanma ve Filistinli sivillere sistematik saldırı gibi ifadeler de var.
Bugüne dek hiçbir uluslararası hukuk kurumu, bir İsrail başbakanı için, hem de görevinin başındayken tutuklama talebinde bulunmamıştı.
Peki, ABD izin verir mi buna? Konu BM Güvenlik konseyine gelseydi, beş daimi üyeden biri olan ABD direkt olarak veto ederdi belki. Konu da daha açılmadan kapanırdı. Ama süreç BM’den ayrı mecralardan ilerliyor.
Bu arada ABD’de aslında Netanyahu’dan kurtulmak istiyor. Washington, İsrail Hükümeti yerine artık yalnızca eski Savunma Bakanı Benny Gantz ile muhatap oluyor. Wikipedia’ya Benny Gantz yazdığınızda unvanı, “First Alternate Prime Minister” of İsrail diyor. Yani İsrail’e Başbakanlık yapacak ilk alternatif. Çok acayip bir unvan değil mi? Görünen o ki birileri Netanyahu’yu iyiden iyiye gözden çıkarmış. Dolayısı ile günün birinde Netanyahu’yu parmaklıklar arasında görmemiz gayet olası. O zaman geriye bir İsrail Devleti kalır mı? Kalırsa nasıl kalır?
Yorumlar
Kalan Karakter: