Komşumuz Sabiha teyze bir telaş bir üzüntü içinde koşarak annemin yanına gelmişti. Uğradığı iftirayı anlatıyordu. Annemden bu konuda yardım istiyor, ne yapması gerektiğini bilmez bir halde ağlıyordu. Annem: “Dua et ona”
Sabiha teyze şaşırdı, bana kötülük yapmış birine dua mı edeceğim? Neden olmasın?
Rahmetli Ali Efendi Hazretleri, gördüğü bütün kötülüklere, mâruz kaldığı bütün zulümlere rağmen, kimse hakkında menfi konuşmaz, herkes için hayır dua ederdi. “Biz,” derdi, “kimseyi teftişe memur değiliz. Kimseye kötü zanda bulunmaya hakkımız yok. Bizim görevimiz, hayır düşünmek, hayır söylemek ve hayır dilemekten ibarettir. Kimseyi yargılamayalım. Kimseye dil uzatmayalım. Bize, bizim yok olmamızı isteyenlere karşı da hep hayır dua edelim. Ya hayır söyleyelim, yahut susalım.”
Sabri TANDOĞAN hocamdan örneklerle devam etti. Annem severdi rahmetli hocamızı. Birazdan döneceğim tekrar kendisine…
Kalbimizin berrak oluşuna engel bir çok nedenler sayabiliriz. Haklı da olabiliriz ama aynı üslup ve davranışları sergilemek, zamanla kin ve nefrete sürükler bizi. Fakat onlar için dua ederek, kendimizi de izole etmiş oluruz. Çay bahçesinde otururken etrafı seyrediyorum, yolun ortasında ufak ama kirli bir su birikintisi var. Gelip geçen hiç kimse oraya basmıyor. Ayağını tam atacakken fark edenler de etrafını dolanıyordu. İşte bizler de gördüğümüz kötülükler karşısında kenarlardan geçmeye özen göstermeliyiz. Bir damla bile olsa bize sıçramasın. Ne yazık ki ne kadar başarılı olursanız, ne kadar iyi niyetli, saygın bir duruşunuz varsa mutlaka size düşmanca davranan, kıskançlıkla yaklaşan, iftiraya bile maruz kalabilirsiniz. Peygamberimiz kadar kimse iftiraya, kötülüğe maruz kalmamıştır. Efendimiz onlara da dua etmiştir. Birazdan Sabri hocamın bu konuyla da ilgili bir sohbetine değineceğim.
“Beyaz kalp”
İnsanlar arası ilişkilerde bazan sürtüşmeler oluyor, münakaşalar oluyor. Bazı hassas insanlarda bu bir süre sonra kine, nefrete dönüşüyor. Bizim kafamızın sağlam çalışması için dünyadaki güzellikleri algılayabilmemiz için kalbimizin ve kafamızın tertemiz, bembeyaz olması lazım. Bir hanım düşünelim. Makyajını yapacak. Ama aynası kirli. Çeşitli pisliklerle dolu. Bu hanımın o aynada başarılı bir makyaj yapması mümkün mü? Aynı şekilde içimiz kinle, nefretle dolu iken bizim bir doğa güzelliğini, bir sanat güzelliğini, bir insan güzelliğini algılamamız nasıl mümkün olur? Bütün bu negatif, olumsuz duygulardan, düşüncelerden kurtulabilmek için bizi kıran, inciten, üzen, ağlatan insanlar için hayır dua etmek en güzel yöntem. Diyeceksiniz ki haydi biz bunları yapalım, karşı taraf bunu algılayacak mı? Evet, karşı tarafın kalbinde, kafasında bize karşı olumlu duygular, düşünceler uyanacak. Ben bunu kendimde denedim. Sevdiğim yakınlarımda denedim. Hep sonuç müspet oldu. Deneyin değerli dostlar.
Sabri Tandoğan hocamın Yunus Emre ile gönül bağını bilmeyeniniz yoktur.
Her sohbetinde şöyle der, sizi yoldan geçerken gören birisi, bir bulut gördüğünü, bir bahçe, birkaç çiçek ve dahası var, merhameti, zarafeti ve iyilikleri aklına gelsin. Ne güzel insanlar onlar değil mi?
İçimizdeki bütün dargınlıkları, kırgınlıkları, küskünlükleri unutalım. Birbirimiz için, tek istisna olmadan yeryüzündeki bütün insanlar için hayır dua edelim. İçimiz sadece sevgiyle dolsun. Dostlukla, barışla dolsun. Bilelim ki günlerimiz sayılı. Onları değerlendirelim. Bütün negatifleri pozitife çevirelim. Ve yeryüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün bitkileri, bütün eşya ve cemadatı Muhammedi bir aşkla, sevgiyle kucaklayalım. Annem kadar severim Sabri hocamın bu güzel yolunu…
Kıymetli bir dostum kendisine bir konuda danıştığında söyledilerdi benim hayata da insana da bakışım, düşüncem ve dahi duruşum olmuştur. Hiç bir kötülük beni bu yoldan zerre saptıramaz. (Allah'ın izniyle) Şöyle demişti:
Bize göre dost arıyoruz, bize göre komşu arıyoruz, bize göre meslektaş arıyoruz, ama ne oluyor, bulabiliyor muyuz? Hayır. Tabiatta birbirinin aynı yaratılmış iki hücre bile yok. Şunu düşünsek; biz okyanusta bir fındık kabuğu bile değiliz.
Mahatma Gandi -ki Mahatma Hintçe evliya demektir.- diyor ki: “Evden çıkınca kendimi ayakkabımın üstündeki bir toz zerresinden daha büyük görecek olursam utanır, Allah’a sığınırım.”
Gerçek hayatta, tabi düzensizlikler, iftiralar, yanlış anlaşılmalar, zorluklar da var. Tabi olacak efendim. Ben acıların, sıkıntıların bazen hastalıkların insanları olgunlaştıracağı kanaatindeyim. Öyle yiyelim, içelim, sokaklarda gezelim, eğlenelim…Bu şekilde olgun insan olabilir miyiz? Hayatta geride bir isim bırakmış, yer edinmiş insanlara bakın, göreceksiniz ki hepsi çeşitli sıkıntılar yaşamış kimselerdir. Kainatın en büyük, en güzel, en muhteşem insanı Resullullah Efendimiz Buyuruyor ki “Allah’a kasem ederim ki insanların içinde benden daha fazla sıkıntı çeken olmamıştır.” Sabiha teyze evden bir kuş gibi ayrılmıştı. Olgun, kâmil, anlayışlı insan olmak başka, bilgi sahibi insan olmak başka. Anneme o gün bir kez daha hayran olmuştum…
Etrafta olumsuz şeyler varsa ben mecbur muyum onları takip etmeye, onları dinlemeye, izlemeye. Bu hayatı her saniyesiyle değerlendirmek zorundayız, eğer objektifimizi hep diğer insanlara çevirirsek, etraftaki insanlar hırsız, namussuz vs diye o zaman biz kendi hayatımızı nasıl yaşayacağız? Ben niçin kendimi üzeyim. Biz bu dünyaya gül koklamaya, güzel sevmeye geldik. İnsanlar cahil diyene kadar gidip bir gönül ehli insanı ziyaret edin, konuşunca gönlünüze ferahlık nakşeden, susunca bile duruşunda asaleti olan, güler yüzüyle hayat veren, sizin de içiniz renkle, ışıkla dolsun, aşkla dolsun. Siz de kendi kendinizi yetiştirin efendim.
Gülnaz ablamın, arka sokaktan gelirdi ettiği bedduaların sesi. Üst kattaki komşusu ile nicedir problemliydi. Annemin içi sızlardı. Birgün dayanamadı yanına gidip Sabri Tandoğan hocamın sohbetine davet etti. Önce gelmek istemedi ama annemin ısrarına dayanamadı. Şöyle başladı:
Yavrum ne kadar zulüm, kötülük de görseniz, sakın o kimseye beddua etmeyin. Onlar bizim törpümüz. Sonra o beddua bize dönebilir. Tahammülle karşılayalım. Hatta bizi üzenlere dua edelim. Çünkü iki ihtimal var. Belki Allah ona görev vermiştir. O, görevini yapıyor. Görevini yapana beddua edersek, bize döner. İkinci ihtimal, sırf onun kötülüğünden. O zaman da o, benim yetişmem için bana yardım ediyor. Demek ki benim sivri yönlerim var. Törpülenmesi gereken yönlerim var. Herkes kendini zeytinyağı gibi üste çıkarır. Ama acaba haklı mı? Kimseye beddua etmeyelim. Acısı çok fena çıkar. Ya o şahıs Allah tarafından gönderildiyse…
Bir konuyla alakalı konuştuktan sonra, düşüncelerim, davranışlarım karşısında şaşkınlık içinde sormuştu arkadaşım: Eda bu sana yapılan haksızlık! Nasıl bu kadar sakin olabiliyorsun?
“Hayatı tanıyan bir insan kimseden incinmez. Çünkü herkesin tabiatının gereğini yerine getireceğini bilir, ona göre tavır alır. Demek ki der, bu akrep tabiatlı akrebin de vazifesi malum…” Sabri hocamın dediği gibi, devam ediyor bakın ne kadar da güzel!
Affetmediğimiz müddetçe, o kişiyi sırtımızda hamal gibi taşırız. Niye taşıyalım, özür dilese de dilemese de biz affedelim. Sırf kendimiz onun hamallığından kurtulmak için. İçimizde hiç kin, düşmanlık hislerini taşımayacağız. Halk arasında bir söz vardır, “Onun heybesi delik.” derler.
Lüzumsuz şeyleri döken olun, biriktiren değil…
Yine bir sohbetinde:
Kafamıza güzellik gelince, çirkinlik gider. Nur gelince, zulmet gider. Işık gelince, karanlık gider. Biz nefsimizle uğraşacak kadar kuvvetli değiliz. Eninde sonunda bizi alt eder. Üstüne gittikçe kuvvetlenir. Nefsi yenmenin bir tek yolu bu: “Işık gelince, karanlık gider.”
Peygamber Efendimiz bir Hadislerinde, “Kendini bilen, Rabbini bilir.” buyuruyorlar. Yunus Emre, “En büyük ilim kendini bilmektir.” diyor.
Bizim ağzımızdan yalnız hayırlı kelâm çıksın. Arkamızdan bahar rüzgârları estirelim, güzel hatıralar bırakalım.
Ne mutlu her konuda haddini bilenlere... Bütün mesele nefsinin hâkimiyetinden kurtulmak. Daima ölçü, denge, haddini bilme... Nerede? Her yerde. Ne zaman? Her zaman. Kime karşı? Herkese karşı… Denge, ölçü, hayatta her şeyin özüdür. Çorba yapmaktan tutun da, giyinip kuşanmaya kadar.
Dünyanın sürekli kendi etrafında döndüğünü zannedenler için de tesirli bir konuşmasına rast gelmiştim. Der ki: Kimseye tepeden bakmayalım. Çünkü her tepeden bakışta, bir gurur, kibir doğuyor. Herkesi kötüleyen bir insan için de , hakikatleri görmesi için, duada, niyazda bulunalım. Ona da sevgi, şefkat besleyelim. Ama ondan uzak duralım. Ondaki zehir, bize de bulaşmasın. Karıncaya bile zulüm yapmayalım. Yapılan her zulmün faturası ödeniyor.
Kıymeti okuyucularım, sizleri de dualarıma alıyorum. Sizler de her zaman olduğu gibi beni de dualarınıza alacağınızdan eminim.
Özünüze iyi bakın.
Yolunuza taşlar döşenecektir, dillerden fenalık dökülecektir. Öz dediğimiz değer de işte tam da orada kendini gösterir.
Onlara dua edip, basamakları ister birer birer, isterseniz ikişer ikişer çıkmaya, yani yolunuza devam edin. Ve böylece, beyaz kalbinize kimse leke süremez. Dua ciladır da…
Sabri Tandoğan hocama Allah'tan rahmet diliyorum. Bu yazımız ile onu bir kez daha hatırladık, birlikte andık.
Mekânı cennet olsun.
Eda Tosun
Yorumlar 2
Kalan Karakter: