Yaşadığım evin önüne kadar gelmiştim. Kapı içeriden kilitliydi. Fakat penceresi vardı; eşiği ve bahçesi de… Camların derinliğinde uyuyan bir şehirdi ellerim. Bahçedeki güller, utancından açamazdı beklerken seni. Mahcup olurdu dallar, yokluğuna sarılırken. Yaprakları taşlayan, zikirdi dilimden taşan. Seni diledikçe, çilek kokardı taşlar bile.
Kokusunu, rengini unuttuğun bir meyve…
Hayır hayır, ne önemi var!
Bu bir sitem değil; bu benim aşkımın heybeti. Olmadığın yerlere beton dökmek, gönlüme ağırlıktır sevgili…
Göğü seyrederken gördü de birisi, “Kime bakıyorsun?” dedi. Demedim içeride olduğunu, kapı da zaten kilitli.
“Öyleyse ne bekliyorsun?” dedi de, onurumdan söz etmedim kimseye.
Toprağa kürek sallamak sanıyorlar. Oysa aşk, rahat bir yastık istemez mi?
Saçlarımın ucu bulutlara dokunuyor kapında dururken.
Suların içinde karıncalar şiir okuyor.
Aşkın beşiğinde büyüyen güller de ne çok şey biliyor.
Övgülere layık olan da perdeler...
Sabrımı sınayana sığındığım bir gece yarısı, hafifçe aralayıp pencereyi, sarı renkli zarfı uzattı.
İçinde yazanları bir çerçevenin içine koyup, bahçedeki ağaca mı asmalı?
“İncitmek gibi olmasın da;
Hasret bu kadar ağır, yeryüzü bile taşıyamazken, kuş kadar yüreğinde nasıl taşıyorsun onca kayalıkları?
Gönül gözün kapanmış, özün taşa mı çarptı?
Bir çekiç bulup kıramadın mı putları?
Toprağın mı çoraklaştı?
Leyla'nın dudağını yasladığı sur, nasıl yıkıldı?”
Eda Tosun
Yorumlar
Kalan Karakter: