Söylenmemiş türküler aramaya çıkan otlarla konuşarak ilerledim dikenlere doğru. Bir cümle daha işlemiş dallara, bozulmamış yeşilin dokusu. Nerede nasıl konuşulur, taşlar da biliyor. Gidip kırmıyor karşı evin penceresi, kapısını. Yeryüzüne ve sözcüklere bakıyordum. Şöyle tatlı tatlı, tane tane kibar bir dille, nazik, saygılı bir üslûp ile konuşanlara hasret kalmışız da, susmuşuz bu yağmurda.
Öyle tane tane...
Anlatıyor gamzesi derin yollara...
Henüz doğmamış kuşlara yuva yapan şu çalıların yüzünden mi ısınıyor hava? Neydi beni taşların yanına getirip hayal kurduran neden? Suları da kesen bulutların sesi çıkmaz oldu. Bir ben mi kaldım ağaçlara elbise diken?
Yıldızları kaybolmuş bir şehrin ortasında gözlerini aramaya devam ediyordum. Karşı evin balkonundan silkeliyor yolluğu bir kadın. Günahımı demeliydim belki de. Masumiyeti çamura atıp geçmiş birisi az önce. Adımların çığlığını duyanlar nerede!? Tenime tuz basan bu havayı seviyordum, hava karardı git gide. Kedilerin tüyü kadar ömrün olsun diyen bir dede. Bastonunu yerden aldım diye…
Sıkı sıkıya kim kapatmış gün yüzünü? Bir samimi sohbet ve biraz “nasılsın” alacaktım. Belki de yanına iyi ki varsınızı. Bu kadar yolu boşuna mı yürüdüm? Çok mu uzakta aradım huzuru? Mükerrem teyze yine unutmuş içerde anahtarı. Çantamda hep bir yedek anahtarla geziyorum. Seslendim:
“Gel gir içeriye, belki diner sızı”
Yorumlar
Kalan Karakter: