Ses uyumlu üç kelimeyi yan yana getirince ortaya şiir çıktığını sananlar var; kelimeyi horlayan, dili süs niyetine kullanan, mısra ile sosyal medya filtresini birbirine karıştıranlar… Bir de onların etrafında salya sümük dolanan, her hevesliyi “usta”, her tekerlemeyi “şiir”, her mırıltıyı “edebî duruş” zanneden bir kalabalık… Edebiyata acemi eli değince mesele sadece gülünç olmuyor; mesele, dilin kıymetinin aşınması, sözün itibarının zedelenmesi oluyor.
Asıl sorun, kötü yazıların ortaya çıkması değil; kötü yazıya alkış tutanların çoğalması. Çünkü alkış, en değersiz metni bile kendini sahici sanmaya teşvik eden ucuz bir büyü. Böylece edebiyat, sahici emek yerine sosyal medya hızında tüketilebilen anlık şekerlemelere dönüşüyor.
Oysa kelime, bir ömürlük terbiyeden geçer. Şair, “yazdım” demekle değil, “sustum, bekledim, dinledim” demekle olur. Edebiyat camiası işte tam bu noktada kendi içinden yara alıyor: Sözün kahramanı olmak isteyen çok, sözün yükünü taşımak isteyen az.
Kulağa hoş gelene değil, yüreklere lisan olana kıymet verilmeli artık. Çünkü sözün ölçüsü ritmin cilasında değil, ruhun derinliğindedir. Yalnızca alkış toplasın diye yazılanı alkışlamamak; hakikate yaslananı ise tereddütsüz takdir etmek gerekir. Gerisi için ise haddini bilmeyene haddini hatırlatmak, edebiyatın da milletin de selameti için elzemdir. Zira yanlış söz birikir, kirlenir, çoğalır; doğru söz ise sahip çıkıldıkça yaşar. İnsan da, toplum da böyle arınır.
Hele ki son zamanlarda dillerde dolaşan, “anasının kuzusu kız, hepsi senin mi, şöyle dursun böyle gelsin” diye laf atmayı melodi sanan şu sözde şarkılar yok mu… Onlar kültürümüze de tarihimize de sıkılmış kurşundur. Kadını metaya, erkeği sokak çığırtkanına çeviren bu pespayelikler; ne geleneğe yaslanır ne edebe ne de insan onuruna. Bu gürültüleri eleştirmek değil, yerle yeksan etmek gerekir. Çünkü söz kirlenirse toplumun kulağı körelir, ruhu da çoraklaşır. Türkünün temiz kalabilmesi için önce sözü temizlemek şarttır.
Bu yüzden sadece eleştirip geçmek yeterli değil; birkaç net ilke şart:
Edebiyat yeniden terazi olmalı. Her yazı değerlidir ama her metin değer taşımaz.
Ustalık takipçiyle değil, metnin ağırlığıyla ölçülmeli. Popülerlik, derinlik değildir.
Genç kalemlere gerçek rehberlik yapılmalı. “Harikasın!” kolaydır ama eğitmez.
Dilin ahlâkı gözetilmeli. Sözün içindeki emek, edepten önce gelir.
Sözün itibarı gelmedikçe edebiyatın itibarı da gelmez.
Ama iş burada da bitmiyor. Şu soruyu da sormak zorundayız:
Bu çağ neden bir Mahzuni Şerif, bir Neşet Ertaş, bir Âşık Daimî, bir Davut Sulari, bir Musa Eroğlu, bir Âşık Şeref Taşlıova, bir Çobanoğlu çıkaramıyor?
Cevap acı: Çünkü bu çağ, hakikatin ağırlığını taşıyacak omuzlar yetiştirmiyor. Kelimeyi işleyen değil, tüketen bir dönemden geçiyoruz. Sözün derinliğini değil, hızını önemsiyoruz. Bir mısranın toprakta kök salması için zaman gerek.. oysa zaman artık bir değirmenden değil, bir ekran yenilemesinden ibaret.
Mahzuni’nin öfkesi bugün viral olurdu ama kıymeti anlaşılmazdı.
Neşet’in hüznü trend videolara fon müzik yapılır ama kimsenin yüreğine işlemezdi.
Daimî’nin hikmetli dili alıntı sayfalarınca lime lime edilirdi.
Çobanoğlu’nun meydan sözü algoritmanın karanlığında boğulurdu.
Onlar birer ürün değil, birer vicdan olarak doğdular.
Bugün ise vicdanın piyasa değeri düşük…
Onlar, halkın kalbinden süzülmüş sözün taşıyıcılarıydı. Bugün kalp yorgun, hafıza dağınık, dertler bile dijital. Acı filtreleniyor, isyan kısaltılıyor, türkü otomatik düzeltiyle söyleniyor. Ortaya çıkan şey türkü değil; tüketilebilir bir içerik oluyor.
Bir Mahzuni’nin doğması için halkın derdi kelimeyle yoğrulmalı.
Bir Neşet için yoksulluğun asaleti gerek.
Bir Daimî için yalnızlığın sesi, kalabalığın vicdanı gerek.
Bir Çobanoğlu için meydan gerek; bugün meydanın yerini ekran ışığı aldı.
Edebiyatın ve müziğin aynı yarayı taşımasının nedeni budur: derinlik kaybı.
Bu çağ hız, parıltı, yüzeysellik ister. Parlayan her şey altın sanılır ama hiçbirinin ömrü yoktur.
Bu nedenle yapılması gereken çok nettir:
Sözün köküne dönmek.
Sazın ruhuna dönmek.
Hakikatin ağırlığını yeniden hatırlamak.
Yeni ozanların, yeni şairlerin, yeni vicdanların çıkması için önce toplumun kendisinin dirilmesi gerekir. Toplum dirilirse ozan doğar; söz dirilirse şair çıkar.
Çünkü söz ölürse her şey ölür.
Söz dirilirse bir halk yeniden kendine gelir.
Ramak Kaldı / Samim İğde
Yorumlar 1
Kalan Karakter: