Bir memleket düşünün… Ekranlarından taşan gürültünün altında kendi sesini kaybetmiş. Gündüz vakti açılan her kanalın, evin ortasına bırakılmış birer çöplük gibi koktuğu; insanın zihnine, kalbine ve çocukların tertemiz ruhuna sızıntı gibi işleyen bir kirlilik düşünün. Bugün televizyon denen şey; aileyi ayakta tutan bütün bağları lime lime eden, komşuluğun omuz omuza durduğu o kadim hafızayı paramparça eden bir makineye dönüştü. Ekrana çıkanların çoğu, sokakta yanından bile geçmeyeceğimiz tipler… Ama o tipler, evimizin içine kadar sokuluyor; gözümüze gözümüze çakılıyor. Sanki bu ülkenin gerçek yüzü onlar, sanki bütün hayat onların çürük hikâyelerine sıkışmış gibi. Oysa mesele sadece birkaç program değil. Mesele, bir toplumun damarına enjekte edilen sessiz bir zehir. İsmi yok. Sesi yok. Ama etkisi ağır. Ve biz bu zehri her gün gülerek içiyoruz.
Bir zamanlar mahalle vardı. Mahalle dediğin; kapısı çalınmadan girilmeyen evler, kokusundan hangi yemeğin piştiğini bildiğin sokaklar, bir ses duyduğunda “Bizden biri mi?” diye irkilen yürekler demekti. Komşu, akraba, esnaf, hatır, hürmet, edep… Hepsi birer tuğlaydı bu yapının. Şimdi o yapı çöktü. Yerine ne geldi biliyor musunuz? Sahte dramlar, uydurma kahramanlıklar, ekran önünde sergilenen arsızlıklar, yüzsüzlükler… Aile çatırdarken, toplumda neyin yaygın olduğuna bakın: ucuz kahkaha, derin boşluk ve kirli rol modeller. Bir çocuk ekranda kimi görüyorsa, büyürken ona benzemeye çalışır. Bugün gençliğin diline bulaşmış küfürlerin, saygısızlığın, gayr-ı ahlaki sözlerin kaynağı tesadüf değildir. Sosyal medyada “komik” diye pompalanan her çirkinlik; gençliğin omurgasını sessizce kırıyor. İnandırıcı bir hedef, sahici bir büyük, örnek alınacak bir adam veya kadın kalmayınca genç, önüne konan çöpe sarılıyor. Çünkü başka bir şey sunulmuyor.
Bu yüzden mesele sadece televizyon değil, mesele sadece sosyal medya değil. Mesele nesil. Mesele dilin çürümesi, kalbin sertleşmesi, utanma duygusunun körelmesi. Bir toplumun çöküşü böyle olur: ses çıkarmadan, bağırmadan, gürültü koparmadan… Sessiz bir çöküş. Adım adım, değer değer. Bir zamanlar ekranlar bize insanı hatırlatırdı. Mahallenin kokusunu, samimiyetin sıcaklığını, iyiliğin utangaç hâlini… Bir sahne, bir cümle, bir bakış bile insana kendini düzeltme isteği verirdi. Bugün ekranlar bize ne hatırlatıyor? Hesaplaşmayı, kavgayı, hayasızlığı, yalanı ve özentiyi. Ve sonra dönüp soruyoruz: “Bu gençlik niye böyle?” Gençlik bir günde bozulmadı ki. Onların gözünün önüne kimleri koyduysak, onlar da kendine onları örnek aldı.
Peki çıkış nerede? Sözün yumuşağı değil, gerçeğin serti lazım artık. Çözüm tek cümlede gizli: Toplum, kendi eleğini eline alacak. Ekrandan içeri giren her şeyi süzecek. Kötünün önünde duracak. İyiyi arayıp bulacak, çoğaltacak, sahip çıkacak. Gençliğin önüne şerefli, onurlu, dik duran, sözü söz olan gerçek rol modeller koyacak. Çocuklarına “Bak, işte adamlık budur. İşte kadınlık budur. İşte insanlık budur.” diyemeyen bir toplumun kaderi karanlıktır. Ama biz karanlığa mecbur değiliz. Eğer ekrana mahkûm olmayıp kendi değerlerimizi ekranın üstüne koyarsak, işte o zaman o karanlık çözülür, o kirli sis dağılır. Çünkü kir her yere bulaşabilir ama temiz bir yürek, tek bir ışık, tek bir doğru insan her şeyi değiştirmeye yeter.
Vesselâm: Bizi bizden alan da bizi bize döndürecek olan da yine biz olacağız, olmalıyız!
Ramak Kaldı / Samim İğde
Yorumlar
Kalan Karakter: