Kadın bir cümle kurar, sonuna da dünya kadar sade bir nokta koyar.
O nokta onun için bir durak, bir nefes, bir “tamam”dır.
Ama sayfada altı okka delikanlı rolüne bürünen kart zamparalar o minicik noktayı alır, sanırsın taş ocağına götürüp zımparaya sürüyorlar.
Kadın “.” der, bunların zihni “Bana mı dedi? Eski defter mi? Yoksa imâ mı var?” diyerek üç ciltlik psikolojik romanı anında yazar.
Erkek tayfa Sherlock emeklisi gibi tetikte.
Kadın bir pencere fotoğrafı paylaşsa, ışık kırılır, gölge düşer…
Bir bakmışsın hedef tahtasına dönmüş:
“Bu gölge kim? Bu perde niye böyle? Masadaki ikinci çay kimin?”
Yahu kardeşim… gölge çoğu zaman sadece gölgedir.
Hayatın matematiğini çözemeyenler, kadınların gölgesinden denklem kurmaya çalışıyor.
Kadınlar da yarış dışı değil.
Erkek yeni saç tıraşını koysa, moral iyi, ışık güzel…
Beş dakika sonra WhatsApp kadınlar kurulu toplanıyor:
“‘Yakışmış’ yazmış. Bu kız kim? Ne zamandır takipteydi? Bugün niye yorum attı?”
Yemin ediyorum bu radar sistemiyle kaybolmuş uydu bulunur.
Evde eşine “herif” diye seslenen, karısına “hişşt” diye bağıranların sosyal medyada “güzel hanımefendi”, “nazik beyefendi” diye ortalıkta salınmasıysa bu devrin komedisidir.
Evde kelimeyi hırpalayan, internette kelimeyi parlatıyor.
Ekrana şeker döküp evdekine sirke dökenlerin nezaketi HD, karakteri ise düşük çözünürlüktür.
Siyaset de bu curcunadan nasibini alıyor tabii.
Ülkenin kaderini timeline’da belirlediğini zanneden bir topluluk var; öyle bir özgüven ki, Everest’e bayrak diker.
Adam ekonomiyi bilmez, siyasetin tarihini bilmez; ama iki paylaşımı görünce kendini strateji masasında sanır.
Gerçek hayatta sesini duyuracağı üç kişi yokken internette kabine dağıtanların hâli tam bir sanal krallık vakası:
Klavye, koltuğu olmayana koltuk, bilgisi olmayana fikir, sorumluluk taşımayana bakanlık hissi veriyor.
Adalet mevzusuna gelince iş iyice tiyatroya dönüyor.
Mahkeme salonunu bilmez, hukuk kitabını açmamış ama internette “Ben olsam şöyle karar verirdim!” diyen bir güruh var.
Adalet, onlar için hakikat değil, kişisel öfkenin şekil değiştirmiş hâli.
Hâlbuki adalet; delil ister, vakit ister, vicdan ister…
Ama sosyal medya her şeyi tek tuşluk hâle getirdi:
Bir tuşla infaz, bir tuşla beraat, bir tuşla linç.
Ve garip olan şu:
Gerçekte adaleti savunacak cesareti olmayanlar internette adalet dağıtmaya kalkıyor.
Sosyal medyada herkes bir şey olmak istiyor:
Kahraman, savcı, eleştirmen, filozof, yorumcu, terapist…
Ama eğilip aynaya bakan yok.
Herkes başrole talip, figüranlığı kimse kendine yediremiyor.
Alt metin okuyan var, kendi iç metnine bakmayan çok.
En çok da bağırıyor görünenler aslında en çok susanlar.
İşin gerçeği şu:
İmâya muhtaç ilişki, ilişki değildir.
Noktadan medet uman his, his değildir.
Beğeniyle şişen özgüven, özgüven değildir.
Klavye ile yön verilen siyaset, sadece bir hayalin vitrini;
öfkeyle kurulan adalet de sadece egonun tiyatrosudur.
Sosyal medya bir şey öğrettiyse şudur:
Bazıları gönlündeki boşluğu doldurmak yerine, başkasının gönderisinin altını dolduruyor.
Herkesin dili uzun, kalbi kısa;
aklı hızlı, fikri yavaş;
gözü açık, gönlü kapalı.
Ve kimse kimseyi gerçekten okumuyor.
Belki de en derin cümle şudur:
İnsan, dokunmadığı hayata hükmeder;
dokunmadığı gönüle yorum yapar;
dokunmadığı hakikate kahraman kesilir.
Sosyal medya büyütür, ama olgunlaştırmaz.
Ses verir, ama söz vermez.
Yaklaştırır, ama yakınlaştırmaz.
Ve insanı en çok yanılttığı yer de:
Kendi kendine kurduğu büyük hikâyedir.
Ramak Kaldı / Samim İğde
Yorumlar
Kalan Karakter: