Biz, insan dediğin mahlûk… Bir kuşun başını sokacağı yuvasını elinden alıyor, sonra da dallarını budadığımız ağaç artıklarından yaptığımız küçük kutucukları beton duvarlara çiviliyoruz. Kuruttuğumuz köklerin yerine yükselen o soğuk binalar arasında kendimizi “iyilik yapmış” sayıyoruz. Yine de başımıza taş yağmıyor şükür…
Topraktan kopardığımız canlara bile yabancılaştık. Kedileri, köpekleri tabiatın bağrından ayırıp mukavva ve tahta barınaklara sıkıştırıyoruz. Onları kimyasal karışımlarla besleyip doğallığını bozan yapay bir dünyanın içine mahkûm ediyoruz. Merhameti dahi suni hâle getirip vicdanımızı böyle avutuyoruz. Ve hâlâ başımıza taş yağmıyor şükür…
Nehirleri, ovaları, gölgelikleri kendi ellerimizle yaralıyoruz. Dereleri beton kanallara hapsediyor, toprağın sesini susturuyor, ağaçların gövdesini kesip yerine gölgesiz meydanlar kuruyoruz. Rüzgârın bile yönünü şaşırtacak kadar hoyrat davranıyoruz. Yine de başımıza taş yağmıyor şükür…
Gökyüzüne yüklediğimiz günahın ağırlığını bile hissetmiyoruz. Her dumanla bulutların rengini solduruyor, her ateşle havayı zehirliyoruz. Yağmurun yüzüne düşen isi görmezden gelip doğayı suçluyoruz. Kendi ellerimizle bozduğumuz düzenin ortasında hâlâ mağdur rolüne bürünebiliyoruz. Ve tüm bu cesarete rağmen başımıza taş yağmıyor şükür…
Mevsimleri bile şaşırtan biziz aslında. Kışın yaz, yazın kış yaşanıyorsa sebebi gökyüzü değil; bizim doymak bilmez arzularımız. Doğanın ritmini bozan, takvimi aksatan, zamanı bile şaşırtan yine insanoğlu. Buna rağmen hâlâ “her şey yolunda” sanıyoruz. Çünkü henüz başımıza taş yağmıyor şükür…
Vicdanımızın sesini bile susturduk artık. Bir ağacın kuruyan yaprağında, bir hayvanın ürperen bakışında, toprağın çatlayan yüzünde kendimizi görebilecekken gözlerimizi kapatmayı seçiyoruz. Doğanın bize tuttuğu aynada yansıyanı izlemek yerine suçu başkasına atıyoruz. Ve ne acıdır ki bu körlüğün ortasında bile başımıza taş yağmıyor şükür…
Ve belki de asıl mesele, gerçekten taş yağmaması değil; hakikatin çoktan başımıza düştüğü hâlde bizim bunu hâlâ fark etmeyişimizdir. Doğa susarak uyarır, insan duymayınca daha derin bir sessizliğe çekilir. Ve biz, tükettiğimiz her şeyin aslında bizi tükettiğini çok geç kaldığımız gün anlayacağız. Dilerim ki vakit varken toprağın sesine, suyun nefesine, göğün sabrına kulak veririz. Çünkü insan, doğayla kavga ederek değil; onunla barışarak tamamlar eksik kalan yanını. Aksi hâlde, bugün şükrettiğimiz o “taşsız” gökyüzü bir gün bize hakikatin en sert hâliyle dönebilir.
Ramak Kaldı / Samim İğde
Yorumlar
Kalan Karakter: