Toplumun omurgası saydığımız değerler, artık en küçük bir menfaat rüzgârında bile eğilip bükülüyor. Helâl ile haram arasındaki çizgi, insanların nefsine göre silikleşmiş durumda. Bir zamanlar, “Emanete hıyanet edilmez.” diyen bir vicdanımız vardı; şimdi ise emaneti çalanın sesi daha çok çıkıyor. İşte tam da bunun için, bugün içimiz yanıyor hırsızlar yüzünden.
Bir başkasının emeğini hiçe saymak, liyakati ayaklar altına almak öyle normalleşti ki; yüzsüzlüğün bile kendine bir makyaj bulduğu bir çağdayız. Sabırla çalışan değil, arsızca isteyen kazanır oldu. Bir toplumun ruhunu bozan şey, işte bu hoyratlıktır; haddini bilmeyenin, sınır tanımayanın, ayıptan, edep çizgisinden uzaklaşanın cesaret bulmasıdır. Ne yazık ki bu çürümenin orta yerinde kalakaldık arsızlar yüzünden.
Edep bir zamanlar sadece büyüklerin değil, çocukların bile dilindeydi. “Edep ya hu!” deyince dünyanın nizamı yerine oturur sanırdık. Şimdi o edep sözü hafiflemiş, gönlümüzden kopmuş. Yüzünde nur olmayan, kalbinde merhamet taşımayan, sadece kendi çıkarını gören bir nesil türemeye başladı. Işığı yolumuza değil, gölgemize düşürenlerle sarmalandık nursuzlar yüzünden.
O kadar çok şeyin kıymeti düştü ki… “Derdi olmayan insanın insanlığı da eksiktir.” derlerdi büyükler. Dert, insanı olgunlaştırır; merhameti artırır; başkasının hâlini anlamaya kapı açardı. Şimdi herkes derdini inkâr eder, sorumluluğunu reddeder, vicdan taşımaktan yorulur oldu. Biraz acı duymaya, biraz kendine hesap vermeye tahammül kalmadı. İşte bu yüzden çürümenin sesi yükseldi dertsizler yüzünden.
Vefa da bir zamanlar bu toprakların en sağlam direklerindendi. İnsan, bir iyilik görse yıllarca unutmamaya gayret ederdi. Şimdi ise iyilik, menfaatin gölgesinde kayboluyor; minnet duygusu ise birkaç dakika bile sürmüyor. Unutmak kolay, inkâr etmek daha da kolay hâle geldi. Kökü olmayan bir ağaç gibi savruluyorsa insan, sebebi budur. Gönül bağlarımız koptu, hatırlamayı bile lüks sayan arsızlar yüzünden.
Bir de hakikatin kıymeti var ki… Eskiden doğruluk, insanın hem sığınağı hem gururuydu. Yalan söylemek büyük ayıptı, iki yüzlülük en ağır hançerdi. Şimdi gerçekler eğilip bükülüyor, doğrulara savaş açılıyor. Eğriyi savunmak maharet, düzü çarpıtmak maharet sanılıyor. Hakikate kulağını tıkayan bir yığınla baş başayız artık. İşte bu yüzden, sözün ağırlığı yerle bir oldu densizler yüzünden.
Geldiğimiz noktada bir başka yara daha var: İnsanlar artık yürüdükleri yolun izini taşımıyor. Hangi menzile gittiğini bilmeyen, hangi adımın sorumluluğunu aldığını unutan bir kalabalık oluştu. Geçtiği yerden hayır değil, belirsizlik bırakıyor. İnsan, arkasında bir iz bırakmayınca, bir gün kendine dönecek yolu da bulamaz. İşte bu karanlık döngü büyüyor izsizler yüzünden.
Bir toplumun geçmişiyle bağını koparması, aslında kendi ruhunu yitirmesidir. Kök salmayan, toprağına tutunmayan bir neslin rüzgâra savrulması kaçınılmazdır. Bir zamanlar bizi ayakta tutan gelenekler, değerler ve tecrübeler şimdi birer yükmüş gibi kenara atılıyor. Tutan elimiz gevşedikçe, tutunduğumuz yerler de çoraklaşıyor. Bu savruluşun adı da bellidir, köksüzler yüzünden.
Bugün insanlar, kalpleriyle değil, çıkarlarıyla hareket ediyor. Bir sözün ağırlığı, bir bakışın nezaketi, bir selamın bereketi sanki anlamını kaybetti. Gönüllere dokunan o sıcaklık, yerini soğuk hesaplara bıraktı. İç âlemi boşalan, dışı kalabalıklaşan bir insan tipine dönüştü çoğu kişi. Bu yüzden üşüyor içimiz, ısıtacak bir nefes bulamıyoruz ruhsuzlar yüzünden.
Ve yolunu şaşıranlar var… Hani doğruyu bilse de eğriye meyleden, hakikati duysa da duymazdan gelen, kendine bile yol gösteremeyen. Böyleleri çoğaldıkça toplumun istikameti de bulanıyor. Kimin neye inandığı, neyi savunduğu, nerede durduğu belirsiz hâle geliyor. Adım adım değil, savrula savrula ilerliyor hayatın ortasında koca bir kalabalık. İşte bu yüzden yönümüz kararıyor yolsuzlar yüzünden.
Ramak Kaldı / Samim İğde
Yorumlar 1
Kalan Karakter: