Deprem sonrası BJK stadyumunda yaşanan bir olay yüreğimi titretmişti. Taraftarlar maç öncesi kendileriyle getirdikleri oyuncakları sahaya doğru fırlatıyorlardı. Peluş ayıcıklar, tavşanlar, çeşit çeşit oyuncaklar… Deprem bölgesindeki çocuklara ulaştırılmak üzere…
BJK taraftarlarıyla ilgili takdir ettiğim ikici bir olay ise on yılı aşkın bir süre önce yaşandı. Kulüp iflasın eşiğine geldiğinde “Feda Yılı” ilan edildi. O sene taraftarlar önceki yıllardan fazla bilet ve forma aldı. Aralarında para toplayıp Kulüplerine bağışladılar.
Çünkü feda olmak ya da kendine ait bir şeyi feda etmek büyük bir erdemdir. Bu medeniyetimizin de bir parçasıdır. Şehit olmak, zekât vermek, kurban kesmek… Bunlar feda olmanın ve başkası için feda etmenin medeniyetimizdeki örnekleridir.
Bu kültür Yahudilerde ve Hristiyanlarda da mevcuttu. Fakat binlerce yıl vatansız kalmak, sürgünlere ve soykırımlara uğramak Yahudiliği dönüştürdü. Örneğin faiz haram olduğu halde tefecilik yapmak zorunda kaldılar. “Öldürmeyeceksin!” On Emirden biridir. Bu Yahudiler için tüm insanları kapsayan bir durumken, “Sadece Yahudileri öldürmeyeceksin.” haline geldi. “Biz” ve “Onlar” ayrımı oluştu ve “Onlar” yani Yahudi olmayanlar için feda etme yaklaşımı zamanla ortadan kalktı.
Hristiyan inancında Hz İsa “Tanrının Kuzusudur.” İnsanların günahları için kendini feda etmiştir. Haçlıların, başlangıçtaki motivasyonları, hayatlarını Müslümanlar karşısında tehlikeye atarak, gerekirse ölerek ahireti kazanmaktı. Fakat Reform ve Aydınlanma ile birlikte sekülarizm ve bireyselleşme güç kazandı.
Gelelim bize… Osmanlı sonrası Türkiye’yi kuran kadrolar Fransa’nın 3. Cumhuriyetini örnek aldılar. Batıcı, laik ve yeni sınıflardan müteşekkil bir toplum oluşturma çabasına girdiler. Tarih ve geleneklerin yüzyıllar içinde biçimlendirdiği toplumun yapısı kurucu kadroların akıllarındaki yeni toplum düşüncesi uyumlu değildi. Bu sebeple devleti kuran kadrolar ve sonrasında oluşan seçkinci sınıf ile toplumun kahir ekseriyeti arasında yıllarca sancılı bir etkileşim oluştu.
“Başörtüsü Sorunu” bir dönem bu sancılı ilişkinin odak noktası haline gelmişti. Toplumdaki elitist grup başörtüsünün kadınlara “Mahalle baskısıyla” dayatılan bir şey olduğunu ileri sürüyordu. Yani birey olamamış insanlar, kendi özgür iradeleriyle yaşayabilmeyi beceremedikleri için içinde bulundukları toplumun baskısına boyun eğerek yaşıyorlardı. Birey olabilmeyi başaramadıkları için…
Oysa kamuda başörtü yasağına takılan pek çok kadın, gösteriler düzenleyip cesaretle direniyordu. Birey olmayı beceremeyen insanların yapamayacağı şeyler değildi bunlar. Bu insanlar mahalle baskısına değil, mahallenin dışından baskıya uğradılar. Bu baskıyı aşamayan pek çok kadın bir bakıma kendini feda etti. Kimi okulunu bıraktı, kimi hakkı olduğu halde kamuda çalışmaktan vazgeçti.
Feda kavramından bahsetmişken 15 Temmuz’da olanları da hatırlamak iyi olur sanırım. Kalkışma sonrası medyada Fetullah Gülen’in videolarından bir kesit izlediğimi hatırlıyorum. Şöyle diyordu örgüt lideri: “Peygamber yaşasa ve yanıma gelse dinlemem. O’na ‘artık benim zamanım geldi.’ derim. Yani haşa, FETÖ liderinin sözü peygamberimizden daha önemliydi. Bunu ilk duyanlar, örgüt içindekilerin bu sözü nasıl kabul ettiklerini anlayamıyordu.
Gülen ve arkasındakiler, örgüte girenlerin çoğunu, kendisini ahir zamanda gelecek olan Mesih olarak inandırmıştı. Yani kendisi de bir peygamberdi, Hz İsa idi. Buna inanan biri Gülen’in hangi isteğini yerine getirmezdi ki? Nelerini feda etmezdi? Ahireti kazanmak için üç kuruşa dünyanın en ücra köşesinde öğretmenlik yapmak, kazancının yüzde onunu örgüte bağışlamak, binlerce insanı yasadışı dinlemek, soru çalmak, masum insanları hapse atmak ve hatta canlarını almak… Mesih söylediyse inançlı bir insan kendi canını bile feda eder.
Hindistan’daki Ahmediler, Pakistan’daki Tahirül Kadriciler, Irak’taki Kesnizaniler, G. Kore ve Japonya’daki Moon Tarikatı üyeleri ya da Hristiyanlık içindeki Opus Dei; bunların hepsinin kendi Mesihleri var ve o Mesih dünyanın en yanlış şeyini yapmalarını söylese de sıkıntı değil. Yaparlar, feda ederler. Batı istihbaratları sosyoloji ilmini ve orientalistleri bu tür gruplar oluşturmak ve yönetmek için kullanıyor.
Neyse, biz yeniden 15 Temmuz ve feda olma mevzuuna dönelim. O gece, onlarca kişi canını feda etti, binlercesi yaralandı. Ahiretleri ve başkalarının bu dünyada daha iyi bir yaşam sürebilmesi için… Sizi bilmem ama ben minnet duyuyorum. Dünya görüşleri benimkinden farklı olsa da adalet anlayışım gereği söylemem lazım: Hande Fırat, Abdülkadir Selvi ve Fatih Tezcan gibi gazeteciler hedefe konduklarını bildikleri halde kalkışmaya açıktan karşı duruş sergilediler.
O gece Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan’a kaçtığı söylentisini duyduk. Hatta kaldığı otelin sahibi onu bir Yunan adasına götürmeyi gerçekten teklif etmiş. Almanya’ya kaçtığı haberi gelmişti. Fakat bunların asılsız söylentiler olduğu kısa zamanda ortaya çıktı.
Seven, sevmeyen herkes hakkını teslim ediyor; o gece ölümü göze aldı. Canını feda etme riskini göğüsledi. Son seçimde rakibi olan Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz öncesi “Darbe teşebbüsü olursa tankların karşısına ilk ben çıkarım.” demişti. Kalkışma sonrası bu sözü hatırlatıldığında ise “Ben tank görmedim ki. Getirin tank, çıkayım karşısına.” demişti.
Siyasilerin her tavrı toplumda bir karşılık bulur. Birine güvenmek için cesaretini ve fedakârlık düzeyini görmeniz gerekir.
De1ti