Her birimiz dar-ı dünyanın müebbet almış mahkumlarıyız.
Söyleyemediğimiz, içimizde tuttuğumuz cümleler ve kendimizi kısıtlandığımız her şeyin mahkûmları.
Olmaz denilenler olacak ve olmaz denilenler oldukça, yürek isimli mahzen doldukça dolacak!
Kırıldıkça onardık kendimizi ve gücümüzün yetmediği tek yer olan gözlerimizden süzülenleri yine içimizdeki o biz ile sarıla sarıla gizledik, gizliyoruz!
Hangimiz o kalabalık saydığımız nicelikler arasında yalnız hissetmedik kendimizi? Yapacağımız yapmak istediğimiz şeyler için; ne gerek var, geç kaldın, yapamazsın, hiç uğraşma, yada hayır seslerini bir çok kez işittik öyle değil mi?
Benim şu emektar dostumu uzun zamandır görmedim.. bahsettiğim kadim dostum yürüyüş yaptığım parktaki bank. Hem bir göresim var hem de yürüdükçe açılırım düşüncesi.
Yine hiç değişmeyen sıcaklık ile öyle sessiz sakin yerinde duruyor ve beni bekliyor.
Tempolu adımlarla yürürken genç bir kız eşlik etmeye başladı adımlarıma. Bir müddet sessizce adımlarımızı adeta yatıştırır gibi yürüdük yan yana. Yüzüme bakip tebessüm edince, aynı şekilde mukabele ettim kızımla akran genç kıza.
Gamze imiş adı. Okula gidip gitmediğini sordum üniversiteyi bitireli iki yıl olduğunu söyledi. Tahsilini gördüğü alanda atanamadığını fakat çocukluk hayalinin de polis olmak olduğunu söyledi. Yetim bir çocuk olduğunu söylerken kaç kez içini çekti hatırlamıyorum.
Babasını hiç görmemiş! Bu sebeple de neredeyse tüm aile ve akrabaları polis olma hayallerini engellemişler. Yetim olduğunu öğrenince tüm enerjim elimden alınmış gibi hissettim kendimi. Her ne kadar hayatın içinde yaşanan ve yaşanılma ihtimali olan her şey insan için desek de olmuyor işte, üzülüyor insan ister istemez.
Benim emektar bank önünde durup yanıma oturmasını istedim.
Başladım anlatmaya;
Köyümüz hayvanlarına bakan bir aile vardı. Oldukça fakir bir aileydi ve tüm aile fertleri kendi hallerinde ancak güçlüklere direne direne yaşayıp giderlerdi. Evin en küçük oğlu, gündüzleri hayvanları otlatır, akşamları ders çalışdı. Babası mütemadiyen; okuyup alim mi olacaksın? derdi ona. O ise göreceksin nasıl inançlı bir şekilde; "birgün büyük adam olacağım" derdi.
Tüm zorluklara rağmen hiç ama hiç vazgeçmedi. Girdiği her sınavı başarıyla geçti ancak babası onun başarılarına aldırmıyordu. Babasının gözünde de sozunde de o çocuk çoban olarak doğmuş ve öyle de yaşamını sürdürmesi gereken bir canlıydı. Fakat çocuk inandığı doğruları ve bu minvalde de hedefi için gerekli olan yolda yürümesi gereken yola zihniyet revan olmuştu. İnandı, inat etti ve en sonunda başardı. O çocuk şuan ülkemizi yurt dışında temsil eden başarılı bir bürokrat oldu dedim.
Öz kızımla konuşuyor gibi kaptırmıştım kendimi onunla konuşurken.
Meselenin insanın içindeki istek ve istikrar olduğunun altını çize çize defalarca tekrar ederek; gerçek güç içten gelir, yeterli olup başarmak nasıl bizim ise, yetmemekte bizim. Eğer polis olmak konusunda kararlı isen, kuyudan çıkmak için dibe ayaklarını vurarak son bir sıçrama yapan kurbağa hikayesini getirip aklına asla mücadeleden vazgeçmemesini tavsiye ettim.
Söz verdi bakalım..
Gamze'den sonra içimdeki Asuman ile konuşmaya başladık. Çıkmış olduğum yazım yolunda ne kadar çatlak ve olumsuz ses duyduğumuzu hatırlattı bana yeniden.
Yaradanın bizlere verdiği cüzi irade ve gücün farkında olduğumuz sürece; gayret bizden takdir ise ondan. Amenna ve saddakna.
Gamze'yi ve tüm evlatlarımızı bu minvalde birini diğerinden ayırmadan sımsıkı kucaklıyor ve ömrüm oldukça onların yanlarında ve gücüm nispetince destek olmayı, olabilmeyi diliyorum kendimle birlikte herkese.
Banka dense çıt sesim çıkmaz ancak şu benim emektar "bank" üzerine oturunca içim adeta çağlayan oluyor!
Ne mutlu hedefi olan yüreklere ve ne mutlu onları hedefleri doğrultusunda destekleyen tertemiz nefeslere.
Saygılarımla
Asu Atasoy
bir solukta okudum. Umut verici Kendi kızınız gibi değer vermeniz duyarlı bir kalem olduğunuzu gösteriyor