Ötelerden, sokak aralarından sıyrılıp gelen çocuk sesleri sis perdelerini aralarken, medcezir duygular sarar dört bir yanı..
Geçmiş koca bir tuval, yaşam ise o tuvale dokunan fırça.. renkleri ve gölgeleri bazen sert, bazen bir pamuk kadar naif darbeler ile bizzat insan belirliyor!
Zaman da, yolculuk da bu güne dahil. Zira dün olmasaydı şimdi isimli gün olmayacaktı!
Geçmişte rengarenk bir seyrüsefer halinde zihnim. Zihnimden geçenleri kalemim yordamıyla ile sizlerle de pay etmek istiyorum bugün.
Ne güzel ve ne kıymetli idi seksen ve doksanlı yıllar öyle değil mi? Sevginin, saygının, hoşgörünün, izah edilemez komşulukların yaşandığı yıllardı.
Şuan aklıma ve gözlerimin önüne o günlerden ilk gelen; çamurdan yaptığımız bebekler geliyor ve ben çok özledim o bebekleri ve o bebekleri yapan ellerin sahibi nefesleri, çok ama!
Yağmur suları içinde bileisteye deliler gibi zıplamanın ve bu defalarca tekrar edilip, bir daha dedirten, hiçbir oyuncağa ihtiyaç duyurmayan, sadece ve sadece çocuk yüreklerin icat ettiği...
Hani şu kıyafetlerimizin çamur olacağını bile bile ve eve gidince annelerimizin meşhur silahları terliklerinden hem çekinip hem de "amaaan be" dediğimiz yıllar geçiyor, geçiyor ama gitmiyor gözümün önünden!
Terlik isimli silah hiç sekmeden hedefi olan "popolarımızı" vururdu her seferinde. Annelerimiz terliklerini savurup popolarımızdan vururken, isabet eden yerlerimizi koşar adım diğer odaya kaçarken ovalardık ya hani.. özledim evet.
Müthişti seksenli ve doksanlı yıllar..
Sokak aralarında o kuşaktan geçmiş olan tüm uşaklar bilir; sabahtan akşama kadar hoparlörlerden "tüpçü" diye bağıran melodik kadın seslerini. Ezbere bildiğimiz türkü gibiydi ve dünün tüpçüleri bugünküler gibi bahis ve kumar nedir bilmezlerdi! Ve o tüpleri ihtiyacı olanın kapısının önüne kadar taşır, teslim ederlerdi!
Artık hemen her ev doğal gaz ile tanıştı. Sobalar, peteklere, soba üzerindeki demlikler elektirikli çaydanlıklara evrildi. Temizliğin atası olan çalı süpürgeleri yürüyen robotlara dönüştüler zaman içinde.
Soğuk odalarda birbiriyle kavga eden kardeşler asla küs girmezdi yataklara. Merhametli çocukların şen şakrak sesleri yankılanırdı her yıl badana yapılan tertemiz duvarlarda..
Eskiden diye başlayan her cümle özlem içeriyor. Çekilen acılar ve yaşanan sıkıntılar; mış-lı ve miş-li zaman ifadeleri içinde adeta eridi ve gitti.
Nigar teyzeler karşı komşumuzdu o yıllarda. Bir evin içinde sekiz kişi, sekiz! Bizim evin nüfusu onlara bakınca normal gibi.
Aynı katta tam on iki çocuk.. kızılca kıyamet kopması gerekirken nasıl da mutlu mesut geçinip giderdik..
Erzurum'un sessiz sakin bir köyünden göçüp gelmiş, çalışıp çabalamış ve ekonomik durumları gayet iyiydi. Müteahhitlik ile bir çok kişiye de iş imkânı açmış Bayram amca. Türkçe'ye çok hakim olamasa da oldukça babacan adamdı. "Kürt Bayram" denirmiş isminden önce, ancak biz Kürt nedir bilmezdik.
Üst dairede Ayşe teyze alevi, alt dairede Jale abla Çerkes, onun tam karşısındaki dairede Nimet teyze yörükmüş. Böyle söylenirdi ancak herbiri nasıl da birbirini sahiplerdi anlatılmaz. Yani ne bilelim, o zamanlar öteki demezdi kimse kimseye ve kimse kimseyi ötekileştirmezdi!
Türk, Kürt, Alevi, Çerkes, Laz... kardeşten öte idi birbirine. Nifak yoktu, şu-cu bu-cu demezdi kimse kimseye. Sen ben değil, "biz" vardı, biz!
Günümüz söylemlerini duydukça, dünün yaşanmışlıkları daha bir net, daha bir özlemle beliriyor gözlerimin önünde. Adeta eski bir fotoğraf albümüne bakıyor gibi oluyorum ve kirpiklerimin ıslanması bu yüzden..
Dünün çocuğu şimdinin ise ebeveyni olarak hemen her anne çocuğunu okul zili çalmadan yarım saat önce okul bahçesinde beklerdi. O okul bahçesindeki yarım saatlik beklemeler; diğer veliler ile yapılacak olan ayaküstü sohbetler için harika birer bahane idi ve gerçekten de pahası imkânsızdı, imkânsız.
Yine bir akşam üzeri bahçedeki yerimi almıştım. Adeta sırayla veli arkadaşlar geliyor ve her gelen ile önce selam kelam, sonra çoluk çocuk meselelerini konuşuyorduk.
O gün en son Aylin geldi yanıma. Sanki bir huzursuzluk vardı üzerinde yada bana öyle geldi bilmiyorum.. bir müddet onunla da sohbet ettik ancak o gün bir şey vardı dilinin ucunda Aylin'in..o zamana kadar asla duymadığım bir soru sordu ki, neden ve niçin sordu anlamadım, anlamıyorum!
"Onlardan mısınız bizden mi?" Dedi.
Önce algılayamadım soruyu ve "anlamadım Aylin, o ne demek?" diyerek cevap verdim. Tekrar etti; "onlardan mısınız bizden mi? Yani Alevi misiniz Sünni mi?" dedi.
Derin derin gözlerinin içine baktım öncelikle. Gayet ciddi idi!
"Aylin, ağabeyin ve baban askere gitti mi? gitti! Bayrak ve vatan bizim mi? Bizim! Kur'an bizim mi? Bizim! Peygamber bizim mi? Bizim! Ha şayet senin sorun Hz. Ali'yi (r.a) sevmek ise ve onu sevmekle ilişkili ise alevilik, bilesin ki ben senden fersah fersah daha fazla aleviyim!" Dedim ve ekledim; sen bana öteki muamelesi yapsan dahi ben sana öteki diye bakmadım, bakmayacağım, bakamam! Çünkü bu durumda senden farkım olmayacak! Ben ötekilestirmeyi değil birleştirmeyi öğrendim yıllar önce üst komşumuz alevi Ayşe teyzemden!" Diyerek noktayı koydum.
Mimiklerimde biraz hüzün biraz öfke, birazda şaşkınlık hissedilir derecede belirdi.
Öyle ki, oturduğum sitenin yüzde sekseni Alevi kökenli ve inanılmaz sıcakkanlı ve yardımsever, bir o kadar da muhterem insanlar ile doludur ve ben onları sever sayarım, onlar da beni, bizleri.
Aylin minnet ve şefkat içeren bir bakışla ne kadar öteki hissettirilmiş ise bir daha böyle bir konu açmayacağım diyerek önce özür diledi, özür cümlesinin sonuna da teşekkür ilave etti.
Teşekürler edilecek bir şey olmadığının da altını bir daha benzer cümleler kurarak çizdim ve kucaklaşarak vedalaştık. Günümüzde bu ötekileştirme, kutuplaştırma meselesi sanki daha da dozunu arttırdı! senin partin benim partim, senin tarikatın benim tarikatım, senin takımın benim takımım... yani adeta şaşkınlıkla hep bir zümre içinde ve hep bir yerlere ait olmak zorundaymış gibi sağda solda toplanan yığın yığın kalabalıklara dönüştük!
Eğer hain değilse, yani milletin kutsallarına, vatanın bayrağına ve bölünmez bütünlüğüne saygılı ise kimin ne olduğuyla, kimin neye inandığı ile zerrece ilgilenmedim, ilgilenmiyorum, ilgilenmeyeceğim. Oldu bitti ötekilestiren her oluşumu reddettim, reddediyorum, reddedeceğim!
Hepimiz aynı çatının altında, hepimiz aynı gemide iken bize yakışan bu değil mi?
Tarihin her döneminde kaoslar, karmaşalar ve ayrıştıran sinsi zümreler oldu ve belki de yine olacak! Tüm mesele dünün doğrularını güne ve yarınlara, hata ve yanlışlarını ise ait oldukları yere! Diyerek nefes almak!
Çünkü ne yana dönersek dönelim hep bir sivri köşeye çarpmak bize hiçbir şey kazandırmayacağı gerçeği ile yeterince yüzleştik herbirimiz! Artık zaman, kıyıda köşede sinsice sivrilen o köşe başlarını tutanları da sevgi diliyle düzeltmek ve bu minvalde sevgi dilini hakim kılma zamanı. Başka çıkar yolumuz yok olduğunu gördük, görüyoruz!
Sebep her ne olursa olsun, bir insanın utanması gereken yegâne şey "bir başkasının üzülmesine neden oluştur!" ve en üzücü olan ise insanın insanı ö-te-ki-leş-tir-me cahilliğidir.
Evet dostlarım öteki olmadan öteki demeden kardeşçe yaşamanın adıdır ulus devleti olmak. Ve bu bireylerden başlar toplumun geneline sirayet eder. Gelip geçen dünya yolunda vebal almadan barış içinde gelip geçenlerden olalım inşallah.
Tıpkı Aşık Veysel Şatıroğlu rahmetlinin dediği gibi; "Beni hor görme gardaşım, sen altınsın ben tunç muyum?..."
Bize birbirimizi ayırmak değil birbirimizi kayırmak Yakışır. Her birinizi bir diğerinizden ayırmadan, saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. En emine, en güzele emanet olun.
Görüşmek üzere. Dua ile..
Asu Atasoy