Salyangoz ağırlığında geçti sandığımız zaman; nasıl oldu da hızı hayranlık uyandıran bir Çita'ya dönüştü? Bu soru, kaçınılmaz gerçekle tanışmamıza vesile..
Yıllara sığdırılan anılar, anılarda kalan insanlar ve kayıplar..
"Babanızı kaybedene dek büyümüş sayılmazsınız!" Sözü ne ağır, ne derin, ne büyük bir nasihat öyle değil mi? Yani baba isimli dağları yıkılmış olan nefeslerin, yaşayanların evlatlarına yönelik kurdukları bu müthiş cümle; "kaybetme zamanı gelindiğinde, nostaljik bir film izler gibi izlenecek olanları ve bir dahası olmayacak olanları koyuyor onların avuçlarına.
Anneler elbette başlarımızın tacı, fakat bugün baba/lar konu başlığımız. Çünkü dostlarım onlar, evlerimizin hem en güçlü hem de en pamuk yürekli olan nefesleri, neferleri. Babalar, babalarımız..
Mahallenin köşe başlarını tutardık ve elbette çok fazla gürültü yapıyoruz diye kızar ve babalarımıza şikayet ederdi mahalleli. Ettiniz de ne oldu, hani kime, kimlere kaldı o mahalleler?
Genelde hep gecenin bir yarısı ve acı acı çalar telefon! sabaha karşı olması nedense oldum olası hiç şaşmaz..
Karşıda kardeşe ait titreyen ses; "korkma sakın ve sakin ol, acildeyiz bir şey yok. Ama yine de gelsen-iz iyi olur" der. Bir devrin, bir devin hikâyesinin nihayetini bildirir bu ve benzer cümleler!
Cümleyi inşa eden de işiten de, ruha işleyen o acıyla metaneti yaşar ancak asla izah edemez bir daha!
Baba bağ, baba dağ..
Yaşının önemi yok; "baba-m" seslenişi olunca dönüp dönüp bakar her insan. Kiminin şurasında bir volkan kaynar, kiminin dili değil tüm bedeni tir tir titrer o sesleniş karşısında. Duyan çocukluğuna göç eder ansızın.
Ayakkabın eskimiş olur ancak dağın, babanın parası yoktur o an. Yutkunursun ve çocukken büyürsün farkında olmadan. Öyle inat etme, ayak diretme ve küsme nerde.. Naz da edemezsin. Hem naz etmeyi sırf bu ve benzeri sahneler karşısında tek bilmediğin şey ilan edersin..
Günümüz anneleri işte o dönemin, o dönemlerin minik kızları.. bazen dünya ya getirdiğin kızına bile gıpta edersin ama öyle kıskanarak falan değil! Sadece "baba kız ilişkisi böyleymiş demek ki" diye içindeki çocukla el ele vererek ağlarsın. Bir yandan buruk bir yandan mutlu. Ne tuhaf duygu!
Günümüz kız çocuklarına; "onlar babadan güçlü kızlar" derim.Varsın olsunlar da.
Bir kızın babasıyla ilişkisi ne kadar iyi ise o kadar güçlü olur ve bastığı yeri eze eze yürür onlar. Ve onların gülüşleri mavi, kendilerine olan güvenle yürüyüşleri adeta hayranlık sebebidir.
Kimseye minnetleri de eyvallahları da olmaz ki, bu Baba sevgisi isimli damardan beslendiklerini gösterir. Bu anlamda hayatlarına giren her kim olursa olsun, ona göre davranır ve "ardında bir baba-sı var" dedirtir-ler.
O müthiş güçlü babalar, kızlarına şu türküyü söyler derim hep;
Bilmez misin sen
Seni en çok ben
Ben severim ben ben..
Peki ama toplumda her ünvan olması gerektiği gibi mi acaba? Yani baba, ana, ağabey, abla... Umarım olması gerektiği gibi nefes alan ebeveynler elinde yeşersin tüm evlatlar.
Kader ile uzun zamandır görüşemedik, duydum ki babasını kaybetmiş! Gitmemek olur mu hiç? Olmaz elbette, gittim ziyaretine.
Beyaz tülbenti başında, kanepenin kenarına içli içli ağlıyor.. ağlamalı da. "Allah kimseyi ağlatmasın ancak kimseyi de göz pınarları kurumuş hayırsızlardan eylemesin."
Sessizce iliştim yanına ve "başın sağ alsın kader'im" diyerek sarıldım.
"Sende ben gibi, bizler gibi şimdi büyüdün" dediğim de, "evet hep derdin de ben konduramazdım ölümü babama" dedi ağlayarak.
"Babacığım hiç incitmedi beni ve o yanımdayken sanki bir orduyla gezer gibi guvendeydim.. saçlarıma dokunurken bile elleri titrerdi, belki de incitirim diye korkardı." Dedi.
O kısacık an-a ne kadar anı sığdırdı anlatırken, anlatamam. Yani belki zaman uygun olsa kim bilir daha neler neler diyecekti, diyebilecekti babacığına bağlı cümlelerle..
Uzun uzun daldım adeta bir müzeye çevrilmiş vitrinine. Baba kız ne kadar çok fotoğrafları var diye geçirdim içimden. İtiraf ediyorum içim de, dudaklarım da burkuldu!
Kader'in babasının vefatını kabul etmesi elbette zaman alacak. Belli ki o da babadan yana güçlü kızlardanmış. Taziye evinde çok kalmadan Kader'ime yeniden sarıldım ve sabır dileklerimle yanından ayrıldım.
Baba sessiz otorite, baba anlatılmaz güç, baba sevgiden oluşan tek gölge, baba verdiği her sözü koşulsuz tutan bir dağ, baba izahı mümkün olmayan tek bağ ve abide!
Galip amca, eşi vefat etmiş tek başına yaşayan beş çocuğunu alnının akıyla büyütmüş, yakışıklı mı yakışıklı bir çınar. Oturduğumuz sitenin bahçesinde yer alan hiçbir çardakta oturmaz da gider bir köşede çimlerin üzerine bir tabure atar oldum olası. Garipsediğim bu iç çekerek içe çekilişleri için bir gün dayanamadım ve "neden şurada çardaklardan birinde değil de burada eğreti bir taburede oturuyosun galip amca? Diye sordum.
Taburede oturmanın köy kahvesinde oturuyormuş hissi verdiğini ve bununla da mutlu olduğunu söylemişti.
Şubat olmasına rağmen hava oldukça yumuşaktı geçtiğimiz günlerde. Galip amca kasketi başındaydı yine..omuzları iyiden iyiye düşmüş ancak neredeyse asırlık bir çınar maşallah. Kocaman boncukları olan tesbihi yorgun elleri arasında; "la havle velâ kuvvete" çeke çeke oturuyordu yine aynı taburede..
Selâm verip yaklaştım ve "nasılsın Galip amca, her şey yolunda mı?" diyerek eğildim karşısında. Maviden griye dönmüş gözleri, toprağı andıran yüzüyle gözlerime dalgın dalgın baktı ve iç-ini çekerek ; "iyiyim desem yalan, kötüyüm desem ar olur! Vesselam bilmem ki kızım nasılım?" Diyerek cebinden çıkardığı eski tuşlu
telefonunu uzatarak, "bir bak şuna kızım, günlerdir çalışmıyor. Çocuklarım da uğramadı ki onlara sorayım, sen anlar mısın" dedi.
"Bir bakayım amca, olmadı yaptırırız, yeter ki sen sıkma canını" dedim.
Çekim gücü iyi ekranı sağlam ve tuşları da çalışıyor dedim. Kendi telefonumdan onun numarasını tuşlayıp çaldırdım. Çalışıyordu!
Başını iki yana salladı ve uzunca bir "yaaa" diyebildi. Sonra bir derin nefes çekerek "O zaman günlerdir neden çocuklar beni aramadı, bir kart çıkarttılar o karta para atacaklardı.. bu yüzden yanlış anlamasınlar diye düşünüp aramadım onları. Bunaltıyor olmak istemiyorum. Anneleri göçtükten sonra çok sık gelmezler zaten" dedi.
Anlıyorum ki, evlat yaş ilerledikçe dağ olan ayaklara bağ oluyor!
Devam etti; "Arasalar ben sormazdım kart meselesini, utanırım da zaten. Acaba sırf bunu sorarım diye mi günlerdir biri bile sormadı beni?" Dedi mahçup bir çocuk gibi!
Baba işte, dikkatle dinliyor ve gözlerinin içine bakıyordum. Gözlerimden ne okudu buğulu gözleriyle bilmiyorum ama sanırım anladı sustuğumu cümlelerimi. Bu sebeple de; "yahu işleri güçleri başından aşkın hepsinin, çoluk çocuk tabiki zaman bulamıyorlardır. Yoksa mutlaka ararlar, ben babalarıyım yaa" dedi.
Bu sözler dökülürken dilinden, gözüme griden kırmızı halkalarla mücadele eden gözleriyle bakamadı bile, bakamadı!
Dağ, bağ, gölge, nefes, nefer, asırlık bir çınardı o, çınar!
Rahmetli babam geldi aklıma.. ah garip babam, ne Kader"in babasıyla yaşadığı gibi bir ilişkimiz oldu seninle, ne de Galip amcanın çocuklarıyla ilişkisi gibi bir ilişki! Nerdeydi anılar neredeydi hatıralarımız? En çok hatırladığım, her olaya karşı sessizliğin!.Bir de kulaklarımda tek ezeberim; "sen benim gururumsun kızım" cümlen. Bu cümle ile saçlarımı okşar ve içsel bir gurur duyardım. Tıpkı senin gibi, tıpkı kimse bilmeden!
Canım babacığım, şayet bir yerlerden beni görüyor ve duyuyorsan; "söz veriyorum hep gurur duyacaksın benimle ve nasip olursa kısa bir süre sonra elinde kendi yazdığım kitabımla geleceğim yanına. Üstelik kitabımı sana ithaf edeceğim o ilk sayfasında, sana babacığım!
Bizim kuşağın çocuklarının ortak duygularıdır; "o babalar bilmediklerini söylemez , görmediklerini gösteremezlerdi!"
Öyle ama gururla yaşayıp göçüp göçüp gittiler ötelere. Bugün babacığım yanımda olsaydı, şair ve yazar Mustafa Çatıkkaş beyin şu sözlerini söylerdim ona; "evlatlarımı, senin beni sevmeni istediğim gibi seviyorum baba!.." Allah makamını Âli eylesin. Amin.
Sevgili dostlar; şayet babanız yaşıyorsa, ona sıkı sıkıya sarılın. Çünkü giden-ler asla geri gelmiyor!
Evet itiraf ediyorum bu yazımı çocuklar gibi ağlayarak bitiriyor ve herbirinizi saygıyla selamlıyorum. En güzele emanet olun. Dua ile...
Asu Atasoy