Sevince kahve gibi sevmeli insan hani şöyle hatırı kırk yıl muhabbeti doyumsuz olan.. "Her insan bir âlem her âlem bir insan."
Kaç yıllık dostum bilmem; yani saat, gün, ay, yıl saymadım ancak uzun, çok uzun yıllar oldu onunla dostluğumuz üzerinden geçen zaman.
Bazı hisselerin isimde de, cisimde de karşılığı yok! Tıpkı b/öyle bir bağ ona, Sevda ablaya hissettiğim...
Sevda abla ile başlayıp, yine bir yolculuğa çıkalım istiyorum sizlerle dostlar, bana eşlik edersiniz değil mi? Hiç şüphem yok, ne de olsa kaç zamandır epeyce hukukumuz oluştu sizlerle. Hislerim beni yanıltmaz, yanılmadım, yanılmıyorum eminim.
Hazır mısınız? Madem öyle hadi bakalım, başlıyoruz.
Uzun yıllar evlat hasreti çeken yüce gönüllü insanlara imrenmemek elde değil..asil olan doğurmak mı, yoksa o minik bedeni alıp sevip büyütüp vatana millete hayırlı bir evlat olarak kazandırmak mı?
İşte Sevda abla bu yüce nefeslerden biriydi. Çok istemelerine rağmen çocukları olmamış ve bu sebeple evlat hasretiyle yanıp tutulmuşlardı eşiyle, eşitiyle.
Sonunda eşiyle, eşitiyle evlat edinmeye karar vermişlerdi. Karar vermek niyet, niyet elde etmek idi ve bu doğrultuda bir gün elleri kolları dolu, çocuk bakım evinin yolunu tutmuşlardı.
Minik minik eller, minik minik gözlerin herbiri onlara bakarken.. bu örnek iki insan hem heyecan hem tedirginlikle yaklaştılar onlara.
Esmer, zeytin gözleri, uzun simsiyah saçları olan kıza eğildiler merhaba derken. Her ikisinin de sesleri titriyordu. Çocuk biraz çekimser, annesi olacak kadının elini tuttu ve yatağına götürdü. "Burası benim, oturalım mı" derken, sevda abla ağlamamak için zor tuttu kendisini. Oturdular.
"Senin adın ne?"diyebildi Sevda abla. "Adım Zeynep" dedi zeytin gözlerini art arda kırparak.
"Zeynep, benim kızım olur musun?" dedi tir tir titreyen sesiyle Sevda abla.. sanki o doğurmuş, o yaşına kadar o büyütmüş gibi sevgi doluydu ona karşı. Zeynep, aynı şekilde sımsıcak bir sesle; "sen de benim annem olur musun?" dedi.
Gerekli işlemler yapıldıktan sonra Zeynep artık onların kızıydı."Tabi ki prosedür gereği bir müddet koruyucu aile olunur bu durumda ve belirlenen süre sonunda resmiyette de artık o evlat sizindir!"
Üzerinden tam 18 yıl geçti.
Başlarken demiştim ya hani; marifet doğurmak değildi. Öyle örnek bir ana kız oldular ki, görmeyin gitsin.
Sevda abla ile sohbet sona ererken, yarın ki görevlendirmemin planını yapıyorum. Kendimce önemli bir sorumluluk.. sabah erkenden uyandım. Günlük rutin işlerimin bitimiyle yola revan oldum. Görevli olduğum yerde yerimi aldım, diğer görevlilerle tanışma v.s derken, vakit geldi süre başladı.
Karşımdaki genç çocuğun bakışları keskin ve dikkatliydi. İşini iyi yapıyordu belli. Tarafsızdı ve gereksiz hiç bir konuya dahil olmuyordu. Belki de dahil olmak istiyordu da şartlar gereği mümkün değildi bilmiyorum..
Adı Eren; yakışıklı çok kibar bir gençti. Yaptığımız işin gözetmeniydi. Dikkatli dinliyor ve dikkatimi çekiyordu. Dışarı çıkmam gerekti; "abla eşlik edeyim" dedi.
Çıktık, annesi de yan sınıfın gözetmeni babası da başka bir yerin. Anlayacağınız aile boyu oradaydılar.
"Ne okuyosun?" dedim. "Hacettepe iktisat mezunuyum, yüksek lisans için Hollanda'ya gittim ve orada kalmak niyetindeyim" diyerek cevap verdi.
Cahit Zarifoğlu'nun o bıçak gibi sözü geldi aklıma; "uçmayı öğrenemeden göçmeye mecbur kalmış bir kuş gibi kalbimiz!"
"Neden?" dedim. "Abla şartlar daha iyi, önüm daha açık!" Diyerek cevap verdi. "Kaç kardeşsiniz?" dedim. "Bir evin bir oğluyum" dedi. "E peki ama evladım; hasret, özlem, üstelik evin tek çocuğusun" dedim ki, henüz sözüm bitmeden girdi araya; "abla, bizler evlatlık verilmiş insanlarız başka ülkelere!" Kurşun isabet etseydi tam şurama, yani kurşun yesem o kadar acımazdı canım!
"Nasıl evlatlık evladım?" Dedim.
Acı acı gülümsedi ve "benim gibi yüz binlerce genç beyin var, lütfen dikkatli ve görmek istemeyenlere inat sadece görmek için değil anlamak için, anlatmak için bak abla!" dedi. Ve son olarak ekledi; "Senin de etrafında da vardır muhakkak, gerçekten biz gençler neden gidiyoruz, nereye gidiyoruz abla? dedi.
Lokman hekim gelse saramazdı bu yarayı ve bu kırgınlık yaralarını,
Dersini almış ezber etmişti Eren isimli yavrum!
Sadece "Haklısın" diyebildim gözlerine bakarken, sustum!
"Hadi abla, gidelim yerimize, ben sesnin işin bitene kadar başka yere gitmeyeceğim, yanındayım" dedi. Gittik sorumluluk alanımız o yere, ama benim zihnimde hep o aynı kurşun gibi dehşet cümle; "biz evlatlık verilmiş gençleriz!"
Tabi ki sadece mensubu olduğu ülkeden değil tüm dünyadan da sorumlu insanoğlu. Hem Allah'ta emrediyor; "yeryüzünü gezip dolaşın görün" diye. Ancak konu kırgın olmalarıydı çocukların!
Ötesi hüzün, gerisi özlem!
Akşam işimiz bitip eve dönerken "ah ne güzel çocuksun sen Eren" diyebildim. Belki de bir daha Eren'le hiç karşılaşmayacağımı bilerek, bilmiyorum.
Dostlar hatırlarsınız muhakkak hani eski bir film vardı "dönüş" hele şarkısı hiç unutmadıklarımızdan, evet evet o; hemen her yaşıtım birçok anne ve babanın da söylediği o şarkı;
Hasretinle yandı gönlüm
Yandı yandı, söndü gönlüm
Evvel yükseklerden uçtu
Düze indi şimdi gönlüm...
Doğurup terk edenler, terk edilmişi tek ve biricik ilan ederek sahiplenenler, doğup büyüyüp yetişmesi gerekirken vazgeçenler, yetişir yetişmez yetmek için göç edenler ve daha neler ve neler...
Biz hemen her şeyi doğrudan uzaklaştırarak yanlışlarla yalnızlaştırıyoruz dostlar! "Ve bu korkunç yanlıştan dönmek için zaman denilen süre, aman dinlemiyor!" demek için acele etmemiz gerekmiyor mu?
Bilmem anne yüreğimin endişelerini kız kardeşlerim eniştelerimle, erkek kardeşlerim gelin kızlarımızla bu minvalde kendi aralarında da irdeler, tartışır, konuşur.. lütfen, lütfen, lütfen...
Her birinizi her bir harfin ahengi ile selamlıyorum.
Saygılarımla, dua ile.
Asu Atasoy
Harika bir örnekleme ile yine söylemek istediklerimize tercüman oldun varol☺
Kaleminize sağlık ♥️