Ötelerden gelen sessiz seda, ezeli ve ebedi hazine, muhterem ve muhteşem olan; ey şehri Ramazan, geldin derken yine gider oldun. Seni, "bir daha inşallah" diyerek uğurlamanın hüznünü yaşayan/lar bilir. Ne kal demeye güç yeter ne de gidiyor musun, gitme demeye! Ardından bakarken sadece mecburi bir kabulleniş olur hüzün..
Ömür vefa ederse seneye yine gelecek olan Ramazan, her zaman olduğu gibi giderken, hediyesini de bırakır ki, o hediyeyi izah etmek mümkün değildir. O, hediyelerin en güzeli Bayramdır dostlar, Bayram..
Ramazan ayı ve bu mübarek ay sonunda idrak edilen Bayram herbirimiz için aynı kıymete ve öneme sahip. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da, yarınlarda da böyle olacak!
"Nerdeee o eski ramazanlar" diye iç çeken dedeciğim sıranın bir gün bize de gelecegini biliyordu eminim.. Eksildikçe eskiyen bizlerin de her yıl ardımızda bıraktığımız ramazanların hatıratlarını bizden sonra gelecek olan nesile anlatırken "Nerede o eski ramazanlar?" Diyeceğimizi biliyordu ya dev çınar dedeciğim, işte ben de tıpkı onun gibi biliyorum, eminim!
Bir kuşak daha yaşlanıyoruz diyemeyiz de yaş aldık diyerek yumuşatırız zihnimizde zaman kavramını.
Heyecan içinde sahur hazırlayan annelerin; ses çıkmasın diye parmak uçlarında yürüdüğüne hepimiz şahit olduk öyle değil mi? Ben de defalarca şahit oldum çok şükür. İşte tam da burada, annemin o kırmızı terliklerine bu gün şu satırlarım arasında değinmeden geçersem kendimi hiç affetmem, hiç ama!
O kırmızı terlikler izlerini bırakırken evimizin zemininde; söz konusu ne rengi ne de şekliydi! O terliklerin varlığını, sıcaklığını, gece gündüz çıkardığı sesten alan, kendinden emin kadınların sorumluluk ile atılan inanç adımlarıydı.
Bu yüzden kırmızı bir terlik diyerek geçmedim, geçmiyorum, geçmeyeceğim!
Dedeciğim rahmetliden farklı bir de kırmızı terlikler saklı zihnimde, yüreğimde eski dediğim Ramazanlardan yadigâr.
Şimdi ne o Ramazanlar var ne dedem, ne de babam, babacığım! Cümle geçmişimize rahmet olsun.
Her memleketin ve yörenin düne ait olup, kendine has hatıraları vardır ya hani.. heh işte ben de memleketim Kırıkkale'nin şahit olduğum, yaşadığım ve evet deliler gibi özlediğim hatta kendi kendime iç çekerek içselleştirdiğim o dünlere dair bir iki satır yazmak istiyorum şimdi..
Hamur geceye yakın yoğurulur ve üzüm hoşafı asla eksik olmazdı sofralarda. Anneler uyumaz, uyuyamazlardı. Tüm hane sakinleri ezbere bilirlerdi onların sahur için nasıl içten, yürekten hazırlıklar yaparak sorumluluk hissiyle ayakta kaldıklarını. Ez-kaza gözlerinj bir yumsalar, belki de uyanamayacak olduklarını düşündükleri için sahur nöbetçiler olurlardı abartmıyorum. Her konuda olduğu gibi bu noktada da vicdanları çocuklar gibi rahat olurdu onların.
Gecenin ilerleyen saatlerinde sahur vaktini işaret eden ezberimiz olan davulcular geçerken mahalleden, emin olun hiç bir teknolojik ses ve o etkiyi yaratamazdı.. "mübarek sanki evde içinde çalıyor" derdim.
Yaşlı teyzeler o davulculara ikram için sıcak bazlamaları balkonlardan aşağı sarkıtırdı sepetlerle ki asla unutmadım. Belki bana öyle geliyordu bilmiyorum ama o dönemin modası gibiydi; kimin ışığı yanmış kimin yanmamış kontrol edilirdi, ederdim. Adeta sorumluluk bilinci tembihlenmeden istemsiz yapılır ve gönüllü üstlenilirdi. Güzeldi be dostlarım her dün olduğu gibi bugün de benim için, sizin için dün isimli geçmiş güzeldi ve güzelliği ile özelliğini asla kaybetmeyecek eminim.
İftarlar da sahurlar kadar kıymetli ve sahurlar kadar unutulmaz hatıralar ile gözlerimin önünde.
Akşam ezan saati yaklaştıkça, kaşık çatal sesleri dozunu arttırdıkça arttırırdı. Evvelâ top atılır, bizler top sesini sanki sadece biz çocuklar duyuyor gibi büyük bir keyifle "top atıldı" çığlıkları atardık haneler ve sokaklar içinde. İçimiz içimize sığmazdı. Günümüzde top atılması gelenegi sadece kırsal kesimlerde var sadece. Top sesini cami minarelerinden yükselen ezan sesleri alırdı. Besmele ile yutulan o ilk lokma bir ay boyunca hep aynı lezzeti ve hazzı verirdi ki, bu lezzet ve haz hiç değişmeyen, değiştirmeyecek olan tek şey sanırım.
Her iftar mutlaka misafir olurdu sofralarda ve o sofralar onlarla daha bir bereketlenirdi. Özledim, özlüyoruz, özleyeceğiz!..
Yazmaya kalksam bir roman kadar uzun uzadıya alt alta sıralayabilirim düne dair Ramazan hatıralarımı/zı..
Ve işte; ister dün isimli geçmişte ister bugün idrak ettiğimiz Ramazan ayının içinde ismini kutsal kitabımız Kur-an'ın indirilmesinden alan "Kadir Gecesi" var ki, işte o gece için; son on gününde arayın öğretisi ile daha bir anlamlı, daha bir maneviyat yüklüdür. Dilerim layıkıyla idrak edenlerden olalım hepimiz.
Kadir Gecesi aranırken, mübarek günler bitmek üzeredir ve Bayram; kendini iyiden iyiye hissetirmeye başlar o günlerde.
Büyüklerimizin "Kadir Gece'sini son on günde arayın" sözleri kulağımıza dün olduğu gibi bugün de küpedir.
Ramazan ayını uğurlamanın hüznünü yaşarken, bayramın sevinci ise başka bir enerji verir ki, bu histen hisse alanlara ne mutlu..
O günler içinde başlayan bir de Bayram temizliği telaşı başlardı. Her evde derin bir temizlik başlar, aynı zamanda bayram sofraları için sarmalar, baklavalar ve daha neler neler hazırlanırdı mübarek annelerin elleriyle..
Kapıya gelecek çocuklar için hazırlanmış şekerler masanın üzerine yerleştirilir, çikolatalar hazır hale getirilirdi. Bu süreç Ramazan ayının son günü olan Arefe'ye kadar devam ederdi. Arefe gecesinde annelerimiz; "Haydi bakalım, Arefe suyuna, çimeceksiniz" diye banyoyu hazırlarlar ve adeta derimizi yüzerlerdi banyoda, derimizi.
Yılda bir kez alınan Bayramlık kıyafetler baş ucumuzda yerlerini çoktan almış olurdu. Erkenden yatılır ve sabah boncuk gibi dizilip bayram namazından gelen büyüklerin elleri öpülürdü evvelâ. Özenle hazırlanmış kahvaltı sofrası etrafında biz olunarak oturulur ve birlikte besmele çekilerek, güle oynaya yenirdi hazırlananlar.
Rahmetli büyük üstad Ozan Arif'i anmam gerek burada. Şöyle diyordu bir eserinde;
Ne güzel bayramdı eski bayramlar
Neden mi diyeyim dinle bir hele
Gel o bayramları alalım ele
Ne güzel bayramdı eski bayramlar
Bayram için yavaş yavaş inceden
Üstün körü değil çok derinceden
Temizlik başlardı günler önceden
Ne güzel di eski bayramlar..
Rahmet olsun büyük üstada.
Yıllar geçtikçe zayıflayan duygularımız, deformasyona uğrayan yaşam şekillerimiz ve maalesef kaybettiğimiz geleneklerimiz ah ki ah..
Sahur sofraları yerlerini kilo alıyoruz korkusuyla bir tabak yulaflı yoğurda, davulcular yoruluyoruz diye eski bir araç arkasında oturarak görevlerini icra etmeye başladı. Sahur vakti yanan ışıklar azaldı. İftarlar ev bireylerinin kendine ait programlar yapmasıyla zar zor bir araya gelinen sofralara evrildi. Ramazan'ın bereketi ve olmazsa olmazı olan misafir davetleri yok denilecek kadar azaldı!
Velhasıl dostlarım, tıpkı rahmetli dedeciğim gibi diyorum; "ramazan eskiden şölen idi benim için, şölen!"
Bugün ise adeta sönük bir fener, enerjiden uzak mutsuz ve umutsuz bir bireyselliğe döndü her şey! Neden böyle oldu bilmiyorum ancak çok üzülüyorum, çok!
Artık Bayram hazırlıkları yok, kapıya gelen şeker ve harçlık bakışlı çocuklar yok! Kapılar duvar, içinde bulunduğumuz zaman ise güvensizliği zerk etti zihinlere!
Bayram neşesi tatile, tatil planlarına evrildi! Bayram günü kapı kilitli olur muydu? Oldu! Bayramlaşma kültürü önce telefon yordamıyla kısa aramalara, sonra yeni varisi olan kopyala yapıştır toplu mesajlara dönüştü. Korkum o ki, bu gidişle zaman içinde oda bitecek.. üzgünüm, çok ama çok üzgün!
Bu yıl bayram bahara isabet etti. Kaybettiğimiz değerlere, yani başka bir deyişle fabrika ayarlarımıza dönme umudu tomurcuk oldu içimde nedense..
Allah birlik ve bütünlük içinde ve artık "eskiden" demeden yaşayacağımız nice ramazanlar, nice bayramlar görebilmeyi nasip etsin cümlemize.
Hepinizi saygıyla selamlıyor, her gününüzün bayram ve bahar havasında geçmesini temenni ediyorum. Bu minvalde bayram sonuna kadar da müsaade istiyorum. Sonra yine burada olacağım inşallah.
Nasıldı o meşhur türkümüzde geçen tavsiye kokulu özlem seslenişi; "Uzat ellerini bayramlaşalım .."
Cümleten hayırlı Bayramlar dostlar.
En emine en güzele emanet olun.
Dua ile...
Asu Atasoy