Yorucu bir günün ardından arta kalan zamanın en dinlendirici kısmı çaprazlama okuduğum kitaplardır. Herbiri birbirinden kıymetli ve her biri en yakın arkadaşımdır. Aldım sıradaki kitabımı, kaldığım yeri isaretlediğim ayracı bir kenera bırakıp, başladım her satırı sindire sindire okumaya.. okudukça merak, okudukça hüzün, okudukça duygu değişimi. Epeyce yol aldıktan sonra vakit iyice ilerledi hatta gece yarısını çoktan geçmişti. Uyku gözlerimden akıyordu. Günün yorgunluğuna harika bir zihin masajı olan kitabın, şimdilik okumayı bıraktığım sayfalarının arasına ayracımı yerleştirip, hayır dualarımla yumdum gözlerimi.
Karanlıkla aydınlık arasında bir sema; hem huzur veriyor hem ürpertici.. etrafı uzun uzun ağaçlar çepeçevre sarmış, ormanlık bir alandayım. Kendi etrafımda dönüyorum, döndükçe; dehşet dolu gözlerle bakıyorum, kimse yok! Neredeyim, burada ne işim var, nasıl geldim buraya? Derken gök yüzüne derinlerden celali bir ses yayılıyor ve her yeri kaplıyor! "İşte o ayet anlamaz mısınız mülk süresinin 30.ayetini!" Tam üç kez tekralanıyor bu sesleniş.
Baş döndürücü ve insanı ürperten bir rüya! Ellerim gayri ihtiyari kulağımda ve abartmıyorum soluk soluğa uyandım. Nefes almakta zorlandığımı hissettim ve itiraf ediyorum dehşetti! Kalkıp bir değil iki bardak suyu kana kana içtim! O ses hala kulağımda; "anlamaz mısınız mülk suresinin 30. ayetini.." Koştum ayete bakmak için.. sayfaları çevirdim ve ayet önümdeydi.
De ki: “Eğer suyunuz yerin dibine çekiliverse, size kaynağından akıp duran yeni ve tatlı bir suyu kim getirebilir? Mülk Sûresi(67) 30. Ayet
Yaşadığım bu rüya sonrası bugünkü yazımı "Su" başlığı ile kaleme almak istiyorum. Ne de olsa hüzünlerimiz, kaygı ve korkularımız ortak, öyle değil mi? Buyurun o halde..
Su gibi aziz ol,
Su gibi gibi gidip gel,
Su gibisin,
Su gibi ömrün olsun,
Sana bakmak suya bakmak gibi...
Daha ne sözler, ne seslenişlerimiz var ki, yazmakla bitmez.
Su hayattır, hayatın anlamıdır ve her canlının yaratılışının başlangıcıdır.
Oysa nasıl da hor kullandık, kullanmaya devam ettik ve de ediyoruz. Nasıl olur da en kıymetli olması gereken bu olmazsa olmaz zenginliği israf ettik, etmeye devam ediyoruz!
Dünya genelinde kaynaklar azaldı, ülkemizde barajlar tehlike sinyalleri veriyor haberleri karşısında sadece yutkunuyoruz. Ayette denildiği gibi yağış da yok! Peki bu neyin işareti peki?
Önce dönüp hanelerimize bakalım, suyu nasıl kullanıyor ev halkı? Bakalım ki, bu bakış bize gelinen noktayı göstersin...
Mutfakta boşa akıtılan musluk, diş temizliği için süzülen damlalar, bozuk batarya ve muslukların ihmali ile "damlaya damlaya göl değil çöl" oluş, bardaklar içinde yarım bırakılan o nimet.. ve daha neler neler...
Eminim saydıklarım sizlerin evlerinizde de dikkat ettiğiniz ve evet dediğiniz şeyler!
Köyümüzün mezarlığına ziyarete gittiğimde, İnci teyze yokuş yukarı elinde bir bidon suyla usul usul mezarlığa doğru geliyordu. Fark edince koştum ve elindeki bidonu alarak yardım ettim. Ben de henüz gelmiştim. "Yahu teyze ne diye evden su taşıdın? Girişte hayrat var, oradan doldururdun, olacak şey değil" dedim. Oldum olası doğru bildiğimi sakınmam.
"Ne zamandır gelmiyorsun kuzum kabristana?" Diye sordu İnci teyze. "Epeyce bir zaman oldu, biliyorsun şehir dışındayım İnci teyze" diyerek cevap verdim. "Kuzum hayratı yapandan Allah razı olsun da, artık Su vermiyor, ben de hediyesiz gelemem ya kabir şehrine..yavrum su bekler!" dedi ve gözlerinden bir pınar boşaldı!
"Nasıl su akmıyor mu?" Dedim.
"Hayır çok uzun zamandır. Çünkü gereksiz kullana kullana aziz suyu da bitirdi bu halk! Kuzum bu halimiz ne olacak, bahçe bağ zar zor sulanıyor. Kuraklık var dediydi muhtar haklı da çıktı. Mevsimler de değişti evladım, artık doğru düzgün ne yağmur ne kar ne de düşünen insan kaldı. Allah akıbetleri-ni hayreylesin." Dedi. Sadece amin dedim, diyebildim.
"Oğlum bekler" dedi ağır ağır yürürken, "bende baba mı bekletmeyeyim" dedim. "Senin suyun yok paylaşalım, hayratın yanındaki boş bidonlara bakıp, teşekkür ettim minnet dolu gözlerle.
"Suyu ölü de bekler, diri de bekler, toprakta bekler, hayvanlarda a benim kuzum" diye ekledi.. nur benzi çatlamış suya hasret toprak gibi!
Babamla selamlaştık, dertleştik. Her defasında sanki beni dinliyor hissiyatının rahatlatıcı etkisi olur içimde. Duamı ettim, dertleştim, suyunu hediye ettim vedalaştık!
Yokuş aşağı düşünceler düşünceler içinde yürüyorum. Hayat kaynağımız su-yumuz çekiliverse ne yaparız Allah'ım sen koru..
Köyün tam ortasından Kelkit ırmağı geçiyor, eskisi kadar coşkun ve dolu dolu çağlamıyor ama olsun, yine de dinlendirici bir havası var. O coşkunluk gitmiş, su da bir yorgunluk, bir sakinlik, sanki biraz da yaşlanmış gibi! Etrafına baktım; bir anne gibi çevresindeki ona doğru eğilmiş dalları, toprağı ve tüm canları, canlıları besliyor. Akıyor akıyor.. zaman gibi! Kim bilir hangi kaynakla hangi ırmaklar ile kavuşuyor, birbirine hasret sevgili gibi.
Ben su ile tefekkür ederken, omuzuma bir el değdi, irkildim. Geldiğini duymadım Nergiz imiş. Oturdu ırmağın korkuluklarına yanımda. Bir müddet oda izledi uzaklara bakarak. Bu akıp giden çağlayanda, Nazif öğretmen, Hacı Osmanların Ali, Sütçü Hasan, hele hele gelin Zeynep en unutulmaz olan elim kayıplardan sadece birkaçı idi. Yıllarca konuşuldu ve bugün bile hâlâ konuşup rahmet okuduğumuz Zeynep, dillere destan güzelliğiyle zihinlerde, dillerde. On günlük gelindi bir başka diyardan gelen. Irmak kenarında çamaşır yıkarken, suyla akıp giden entarisini almaya çalışırken kapılır suya. Coşkun ırmak onu hayattan koparır.
Görenler; "çok çırpındı, çırpındıkça battı bir daha da ne göründü ne bulundu." Dediler, derler, diyorlar, diyecekler!
Nergiz'in ardından o güzel sesiyle;
Suya gider allı gelin
Has gelin, has gelin
Suya gider allı gelin
Has gelin, has gelin
Topukların nokta nokta bas gelin
Bas gelin, bas gelin, aman..
Bu güzellik sade sana
Has gelin, has gelin
Bilmiyo'n mu benim sana yandığım?
Yandığım, yandığım, aman
Ellerin köyünde garip kaldığım
Kaldığım, kaldığım, aman....
Türküyü kısık sesle içli içli okudu, Allah ses vermişti arkadaşıma. Yani öyle ki, dinle dinle doyulmuyor. Suya bakarak olayı gözümde canlandırdım. Ne acı, ne trajik, ne korkunç! Sonra devam etti Nergiz kaldığı yerden;
"Daha adını sayamayacağımız nice insani aldı bu ırmak! Allah'ın işine elbet karışılmaz, hâşâ. Su olmadan yaşayamayız. Oysa bazısının da ölümü sudan! Ne enteresan değil mi" dedi.
"Neden enteresan olsun Nergiz?
Bu kudretin bize bizzat gücünün göstergesi."
"Bir damla sudan var ederim, suyla büyütür, dilersem de yine onunla alırım. Güç ve kudret sahibi benim diyor." Rabbimiz.
Ve kainat kitabında yüce Allah'ın işaret ettiği onlarca "su" ile ilgili ayet biz insanlar için!
Nergiz; "hiç öyle düşünmedim biliyorum ama düşünmedim işte Asu." Dedi. Gülümsedim. İsraf edilen her kaynak, işte bu dü-şü-ne-me-me-nin sonucu değil mi Nergiz" diyebildim.
Gün akşama döndü yüzünü ve haydi evlere diyerek ayrıldık.
Sesim her ne kadar türküye uygun olmasa da yalnızken ben de mırıldanarak söylerim her kadın gibi..
"Bu güzellik yalnız sana has gelin, Has gelin.." diyerek evine girdim. günde akşam olmuştu..Ömürden bir gün daha su gibi geçti.
Sema, siyah ve mavi arasında bir kısır döngü içinde. Gökkuşağı için yaş, yaş için sebep gerek!
Herbirimiz daha dikkatli davranır ve bıkmadan usanmadan boşa akan her bir damlaya müdahale etmekten geri durmazsak, hem kendi adımıza hem de gelecek nesiller adına güzel bir şey yapmış oluruz.
Yaşam kaynağımız olan ve olmazsa olmaz o olmazsa o-la-maz nimet su için; şu, bu diyerek bahane üretmek yerine, Samim İğde üstadın bir eserinin ilk dörtlüğünde dediği gibi;
Yakıp yıkmak aciz işi
Taş üstüne taş koyuver
Ayırmadan üçü beşi
Taş üstüne taş koyuver..diyerek sözlerime son veriyor, hepinize sevdikleriniz ile birlikte SU gibi temiz, uzun ve bereketli ömürler diliyorum.
Unutmadım elbette; "hayırlı Ramazanlar"
Dua ile..
Asu Atasoy