Gençler arasında deizmin (din ve peygamber inancı olmaksızın akıl ve gözlemle tanrıyı anlamlandırma), ateizmin (tanrıya inanmamak) ve agnostisizmin (tanrının var olup olmadığının bilinemeyeceğine inanmak) hızla yayılıyor. “Çocuklarımız neden bu inançlara sapıyor? Yanlış olan ne?” gibi sorular sorup durumu anlamlandırmaya çalışanlar var. Kimisi, “Manevi değerlerimizi anlatamadık.”, kimisi “Bütün gün internette takılıyorlar; ondan böyle oldu.” diyor. “Her istediklerini verdik, tatminsiz ve haz düşkünü oldular.” gibi sözlerle durumu anlamlandırmaya çalışanlar da var.
Bu sözlerin hepsi ebeveynlerin ve çocukların görece kontrolünde olan etmenlerle ilgili… Ben bu tür değerlendirmeler yerine ailelerin kontrolünde olmayan bazı başka etmenleri, tarihten de referanslar vererek anlatmaya çalışacağım.
ÇOCUKLARIMIZA OLAN NE?
Bazı gençlerin sosyal medyada şuna benzer cümleler kurduğunu görebilirsiniz: “Dünya dışı, ilahi bir varlığın olduğu kanıtlanamaz.” Bu cümleyi söyleyen kişi deist, ateist ya da agnostik olabilir. “Doğanın kendisinden başka tanrı yoktur.” Bu sözü söyleyen kişi ateist olduğunu söyleyebilir.
Öyle tanımlamasalar ve öyle olduklarını kabul etmeseler bile bu sözleri söyleyen kişiler aslında panteist (evrenin ya da tabiatın tanrının bizzat kendisi olduğu inancı) de olabilir. Dünya dışı bir yaratıcıya inanmamak, doğanın kendisinden başka tanrı olmaması… Evet, aslında bu panteizm…
Birkaç yıl önce sosyal medyada bir grup Avrupalı pagan/panteist gençle tanışıp mesajlaşmıştım. “Hristiyanlıktan ne gördük ki? Hiçbir şey… Ben atalarımın taptığı milli tanrılarımıza inanmaya karar verdim.” dediklerinde şaşırıp kalmıştım. Bilimi, teknolojiyi forse eden Batı’nın gençleri, nasıl böylesi ilkel dinlere geri dönmeyi düşünebilirdi? Daha önce muhatap olduklarım kendilerini ateist olarak tanımlıyordu. Tıpkı bugün ülkemizde kendisini böyle tanımlayan gençler gibi.
Ülkemiz gençlerinin bir kısmının inançsızlıktan panteizme dönmekte olduğunu görüyorum. Sosyal medyada Göktanrı, Tonyukuk ya da Börü gibi takma isimler kullanan pek çok gencin “Biz Arap dinini kabul etmiyoruz. Kur’an Arapçadır, bize ait değildir.” diyenler, Şamanizm’e sempati ile bakanlar var.
Bu yazıyı okuyan ve kendini deist ya da ateist olarak tanımlayan gençlerden bazıları, “Ben bilime ve akla inanırım, panteizmin benimle alakası yok.” diyebilir. Onlara panteizmin bir kolu olan Natüralizmin (Doğacılık) ne olduğuna bir bakın derim. Bilimsel panteizm olarak da bilinen natüralist panteizm, tanrıyı veya tanrısallığı somut şeylerle, determinizm veya evrenin özü ile ilişkilendir. Nedensellik, deney ve tabiatı gözlem bilimsel panteizmin kullandığı yöntemlerdir. Newton’un Evrensel Çekim Yasası, Darvin’in Doğal Seçilim Kuramı, Natüralizm ’in etkisinde oluşturulmuş bilimsel çalışmalardır. Nasıl, size uymuyor mu gençler? “Tanrıya değil bilime inanıyoruz diye panteist mi olduk?” mu diyorsunuz?
GENÇLER NASIL DEİST (PANTEİST) OLUYOR?
Çoğu zaman inanç ile ilgili yeni, modern normlar benimsiyoruz. Normlar değiştikçe normallerimiz de değişiyor. Giderek normlarımızla çeliştiği için dini inançlarımızı savunmakta zorlanıyoruz.
Bu normlar kendiliğinden değişmiyor ve savunduğumuz pek çok fikir bize has, düşünerek bulduğumuz şeyler değil. Peki, nasıl oluyor da inançlı hatta mütedeyyin insanların çocukları antik çağlarda var olmuş din anlayışlarının savunucusu haline geliyor? Bunu anlayabilmek için öncelikle Avrupa’da başlayan Aydınlanma Hareketine bakmak gerekir.
AYDINLANMA
İngiltere’deki Aydınlanma, ampirizmi ve deizmi içinde barındıran Newtonculuk ile neşvünema buldu. Fransa’da ise bilim ve Katolik Kilise karşıtlığı biçiminde tezahür etti. Fransız İhtilali’nde ve aydınlanmasında Benjamin Franklin ve Thomas Paine gibi ABD bağımsızlık hareketinin içinde yer alan karakterler oldukça etkili olmuştur. Franklin gibi ihtilal sırasında Fransa’da bulunan Thomas Paine’nin, Akıl Çağı isimli bir kitabı vardır. Bu kitapta Yahudilikte, Hristiyanlıkta ve İslam’da inanılan tanrı anlayışları eleştirilir, bu dinlerin akla ve rasyonaliteye uymadığı anlatılır.
Peki, bunlara inanmayan Paine ateist midir? Hayır, bir tanrıya inanır, panteisttir. Aydınlanmadan sonraki çağda yaşamış olsa da aynı tanrıya Sigmund Freud da inanmıştır. Freud, Hz. Musa ve Tek Tanrıcılık adlı eserinde bu tanrının, Mısır Firavunlarından Akhenaton’un tanrısı Aton olduğunu anlatılır. Aton, güneş olarak tasvir edilir. Aydınlanma döneminin ünlü düşünürlerinden Spinoza’nın ünlü bir sözü vardır: “Deus siva Natura.” Anlamı: “Tanrı ya da Doğa”. Yani aydınlanmanın önemli pek çok ismi aslında sanıldığı gibi ateist falan değildi, panteistti.
Hatta daha ötesini de söyleyeyim, Fransız aydınlanmasının tanrıçası Diana’ydı (Artemis) ve yakın zamanda yanan Notre Dame Katedrali’nde (Akıl Tapınağı) Diana’ya tapınılıyordu.
GÜNÜMÜZ
Fransız İhtilali ve Aydınlanma, önce Avrupa’da, sonra da dünyanın neredeyse tamamında milliyetçiliği ve sekülerizmi yaydı. İslam kültüründeki millet anlayışı ve imparatorlukların yerini seküler ulus devletler ve bunların seküler kurumları aldı. Bu gelişmeyle birlikte öncelikle Hristiyanlık içinde ateizm yayıldı. İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte kurulan Birleşmiş Milletler, ticaret, kalkınma, uluslararası ilişkilerin yeni biçimi gibi konularda işbirliğinin arttırılması ve ülkelerin dünya arenasında temsil edilebilmesi için kuruldu.
Bin dokuz yüz seksenlerde ozon tabakasının delinmesiyle beraber Birleşmiş Milletler nezdinde iklim ve çevre, giderek kalkınma, açlık ve göç gibi konulardan daha fazla konuşulmaya başlandı. Afrika’da yeşil kuşak hareketiyle vahşi doğa için çaba sarf eden küresel kurumlar, nedense Afrika’daki açlığın son bulması için aynı eforu sarf etmedi. Çevreci aktivistler, doğa için taşıdıkları kaygıyı açlıktan ölen insanlar için taşımadı. Aynı durum göç etmek zorunda kalan mülteciler için de geçerli. Kuzey Afrika’dan İtalya ve İspanya gibi ülkelere gitmeye çalışırken ya da Yunan sahil güvenlik güçlerince botları batırıldığı için ölen sığınmacılar için BM nezdinde hangi çalışmalar yürütülüyor, ben bilmiyorum.
Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam ahlakının yerine, küresel kurumların desteklediği yeni ahlak anlayışları ve normlar üretildi. Bu dinler, insan odaklı olduğu için doğayı ikincil plana itmekle suçlandı. Hinduizm, Budizm gibi doğa ve ahlak dinleri BM nezdinde övüldü, övülüyor. Günümüzde bilim dendiğinde akla ilk gelen şeylerden biri olan CERN’e ait binanı önüne Hindu tanrılarından Şiva’nın heykeli dikildi. Ne alaka, Şiva bilim tanrısı falan mı? Stockholm Konferansı’nda ve Rio Dünya Zirvesi’nde dünyanın kendisinin yaşayan bir canlı olduğu ilan edildi.
Yukarıda ne demiştik: Normlar kendiliğinden değişmiyor. Birleşmiş Milletler gibi küresel örgütler, medya, üniversiteler, STK’lar ve sinema sektörü, yeni norm oluşumunu körüklüyor.
Çocuklarımızın hayal dünyasına doğrudan dokunabilen sinema sektörünü bir düşünelim: Avatar filmini hatırlarsınız. Avatar, Hint mitolojisine göre tanrıların yeryüzüne indiklerinde büründükleri şekildir. Filmin konusunu hatırlayalım: Dünyada özürlü olan bir adam paralel dünyaya bir Avatar olarak geçiyor. Orada sağlıklı ve üstün güçlere sahip biri haline geliyor. Geldiği dünyadaki insanlar ise kötü, paralel dünyayı tahrip etmeye çalışıyorlar. Katolik Kilisesi, panteizmi teşvik ettiği gerekçesiyle filmin yapımcılarını kınadı. Filmin efektleri, senaryosu, pek çok şeyi kaliteliydi. Ama Katolik Kilisesi’nin iddiasına ben de aynen katılıyorum.
Thor, Batman, X Man, Süper Kahramanlar; çocuklarımızın hayal dünyasındaki kahramanlar. Filmlerde dünyayı bu insansı tanrılar ya da tanrısal insanlar kurtarıyor, insanlık varlığını sürdürebilmeyi bunlara borçlu. Bir de felaket filmleri var. Denizler kabarıp büyük şehirleri yutuyor, yeni bir buzul çağı yaşanmaya başlıyor, göktaşları dünyaya çarpıyor, virüsler insanlığı ortadan kaldırıyor. “Hepsi insanlar yüzünden. Böylesine tahrip ettikleri için doğa onlardan intikam alıyor.”
Çocuklarımızın oyun dünyası daha da beter maalesef: En kolay erişim sağladıkları bazı Android tabanlı oyunları sıralayayım size: God of Magic, Gods of Rome, Gods of Egypt, Hercules Gold Run, Clash of Gods vesaire, vesaire… “Hadi kendi dünyanın tanrısı ol. Başka hiçbir güce ihtiyaç duymadan… Kendi evrenini yarat ve kendine tapın.”
Hayal dünyalarını bir kenara bırakıp sosyal medyada inanç ile ilgili neler gördüklerine de bakalım biraz: Bazı gazetelerin sosyal medya hesaplarında sürekli olarak Kur’an kurslarında tecavüz olayları yaşandığını ve kapatılmaları gerektiğini okuyorlar. Aynı şeyleri okuya okuya bu gördükleri onların fikirleri haline geliyor. Bazı trol hesapların sahabelerin Allah rızası için değil daha fazla cariye elde etmek için savaştığını, gerçek İslam anlayışının kafa kesen DAEŞ’e ya da Boko Haram’a ait olduğunu, Müslüman olmanın bu vahşete destek vermek anlamına geldiği iddialarını okuyorlar. Daha ileri giden, hakarete varan mesajlar da var ama ben o kadarını anlatamıyorum.
Sürekli böyle şeylere maruz kalan ve yeterli hayat tecrübesi olmayan çocuklarımızın bunlardan etkilenmemesi mümkün mü? Sanal âlemden kurtaramıyorsak onlar için temiz bir sanal âlem oluşturmalıyız. Nasıl? Öncelikle Çin’de yapıldığı gibi gençlerin bazı internet sitelerine girişi sınırlandırmalı. Dini ve manevi değerlere hakaret eden sosyal medya hesapları kapatılmalı, inançlarımızla ilgili pompalanıp duran bazı olumsuz ifadelere tatminkâr cevaplar sunulmalı. Aynı durumdaki ülkelerin uzmanlarını bir araya getirip, olumsuz mesajlar vermeyen e-oyunlar ve dijital içerikler üretilmeli. Böylece aileler çocuklarına doğru adres gösterebilme imkânı bulabilir.