Büyük bir imtihandan geçiyoruz. Başta bölgede depremleri yaşamış olan vatandaşlarımız olmak üzere çok zor zamanlar yaşıyoruz. Vefat edenler, yaralananlar, yakınlarını kaybedenler, malından, ruh sağlığından olanlar…
Fakat şunu bir daha gördük ki güzel bir halkız. Çok şükür ki hala bozulmamış güzel hasletlerimiz var. Sağcısı, solcusu; dindarı, ateisti her kesimden insan yardım için çırpındı, çırpınıyor. Ülkenin batısı, doğusunu ancak bu kadar güzel kucaklayabilirdi.
Dünyanın diğer yerinden insanlar da masum insanların toprak altında kalmasına üzüldü. Bizim gibi ağlayanlar, yardım edenler oldu. Hepsine kucak dolusu çiçek…
Sevdiğim bir türkü var: “Dersim dört dağ içinde / Gülü var bağ içinde / Dersim’i Hak saklasın / Bir gülüm var içinde.” Hak, tüm dünyayı saklasın, herkese hidayet ve selamet versin. Uluslararası sistemleri kontrol edenler, erki elinde bulunduranlar hariç…
Yardım gönderen ABD’nin, İsrail’in ve Yunanistan’ın, ülkemiz sallanmaya devam ederken dibimizde, İskeçe’de askeri tatbikat yaptığını gördük.
İsrailli arama/kurtarma ekibinin enkaz altında hala canlı kalanlar varken, Maraş’ta ve Hatay’da ölen dindaşlarını toprak altından çıkarmayı öncelediklerine ve Hatay’daki Museviliğe ait yüzlerce yıllık parşömenleri çalıp götürüldüğüne şahit olduk. Aynı şey 1942 yılındaki Çorum depreminde, henüz İsrail yokken de olmuş. Demek ki bu konuda bir istihbarat zaafı hala var.
Başkaca zaaflar da var elbette. Özellikle ilk üç gün, yağma ve yardım malzemelerinin gasp edilmesi gibi olaylar yaşandı. Askerin sahaya zamanında inmediği eleştirileri geldi. Doğrusu bu eleştirilerde haklılık payı var. Evet, yeterince asker ilk anda sahada olsaydı, daha fazla vatandaşımız toprak altından çıkarılabilirdi, yağmalar engellenebilirdi ve her şey daha önce düzen altına alınabilirdi.
Peki, asker neden bütün gücüyle ilk anda sahada olamadı? Çünkü daha önce bir emir gelmesini beklemeksizin sahaya inme yetkisi varken, şimdi Cumhurbaşkanı’ndan talimat beklemek durumunda. Bunun sebebi nedir? Darbe riski!.. Bu düzenleme 15 Temmuz’dan sonra yürürlüğe girdi. Hepimiz biliyoruz ki ordu içinde ve devletin farklı kademelerindeki FETÖ’cülerin tamamı temizlenemedi. Orduda FETÖ dışında NATO’cu klikler var. Belli ki hükümet, depremin ilk zamanlarında bu oluşumların nasıl bir refleks göstereceğini kestiremedi.
Yunanistan’daki bazı gazeteler, “Hatay’daki havalimanı çalışmaz duruma geldi. Dolayısı ile Türk SİHA’larının, o bölgede inip kalkacak bir üssü de kalmamış oldu.” gibisinden haberler yaparak PKK’ya / PYD’ye göz kırptı.
Depremden hemen sonra PKK’lıların bir sınır karakoluna yaptığı saldırı geri püskürtüldü. Su uyur düşman uyumaz. Murat Karayılan ve içerden birileri, “2. Ordu Suriye ve Irak’tan çekilerek enkaza ve asayiş olaylarına müdahale etsin.” dedi. Biz de “Neden Sivas’taki 3. Ordu ya da Adana’daki 6. Kolordu değil de 2. Ordu?” diye soralım. Kaldı ki 2. Ordu’nun Türkiye’de kalan unsurları müdahalede hiç bulunmamış değil. Malatya’daki karargâhı da depremzedelerin barınmasına tahsis edilmiş. Bütün bunlara bakınca askerin neden ilk anda sahaya tam kadro indirilmediği anlaşılıyordur sanırım.
GATA.. Askeri tabiplik sistemi… Geçmişte ifrat, şimdi ise tefrit noktasında… Ne demek bu? GATA hastaneleri sadece askerlik görevini icra edenlerin ihtiyacını karşılamıyordu. Askerlerin akraba i taallukatına, hatta tanıdıklarının tanıdıklarına hizmet veriyordu. Adamını bulan GATA’da tedavi oluyordu. Bulamayan olamıyordu. Doğrusu eski yapısıyla sosyal adaletsizliğe neden oluyordu. GATA’ların halka açılması yanlış değildi. Fakat depremler gösterdi ki ordunun nüvesinde doğrudan ve sadece askerlere ve olağanüstü durumlara müdahale edecek daha güçlü bir askeri tababet sistemi olmalı.
Hükümetin hanesine eksi olarak yazılan konulardan biri de AFAD ve Kızılay’ın yetersiz kalmasıydı. Evet, deprem 11 ilimizi birden vurdu; çok büyük bir coğrafyayı etkiledi. Ama 2019 yılında Kahramanmaraş’ta neyin tatbikatı yapılmıştı? O zaman bilinmiyor muydu büyük bir depremde AFAD ve Kızılay yetkililerinin ve ailelerinin bir kısmının da toprak altında kalacağı? AFAD, Kızılay, Polis Aram Kurtarma, Jandarma ve Ordu bu gibi afetlerde eşgüdümlü çalışmalı. Bu kurumların yetkilileri afet durumunda birbirlerini yedekleyebilecek halde olmalı. Olağanüstü durumlarda en öncelikli şeylerden biri de insanları ve makine kullanımını organize edebilecek yetkin kişilerin varlığıdır.
Bundan sonrası için kepçe, greyder ve vinç sahiplerinin ve operatörlerinin iletişim / adres bilgileri, afet organizasyonunda görev alan kurumlarında bulunmalıdır. Bu araçların kullanımı için ehliyet alacak kişilere afet ile ilgili eğitim verilmelidir.
Mademki OHAL ilan edildi, bölgede herkesin gelişigüzel video çekmesine izin verilmemeliydi. Hem iktidarı hem de muhalefeti destekleyenleri kızdırıp kışkırtacak binlerce video sosyal medyada dolandı durdu. “Teyitlidir” ya da “Doğruluğu teyit edilmiştir.” ibaresiyle… Millet acılarını sarmaya odaklanmışken birileri sistemli biçimde yalanlar üretti ve bunun önüne geçilemedi. Bunu yapanlar da çürük binaları yapanlar gibi bulunup cezalandırılmalıdır.
1999 öncesi yapılan binaların, öncelikle aktif faylara yakın olanlarına denetim zorunluluğu getirilmelidir. Eğer devlet, yıkılan binlerce binayı yeniden yapabiliyorsa, eski ve riskli binalar yıkılmadan önce denetim ve güçlendirme faaliyetleri konusunda da halka gerekli desteği verebilir. Gücü yeten var, yetmeyen var.
Ama elbette ki tek sorumlu devlet olamaz. İşini zamanında gereğince yapmamış olan müteahhitler, çürük binalara olur veren memurlar, o binada ikamet etmeyi göze almış hane halkı, hukuksuzluğa göz yuman belediyeler ve devlet; bunların hepsi gücü yettiğince elini taşın altına sokmalı.
“Hükümetin iyi yaptığı hiç mi bir şey yok?” ya da “Hükümetin yanlışları vardı da muhalefetin yok muydu sanki?” diyenler olabilir. Haftaya da bunlara bakalım.
Görüşlerinize katılmamak mümkün değil.Emeginize sağlık