Refah ülkesi olarak tanımlanan İsveç ile ilgili övgü dolu sözler duymuştum başkalarından: “Adamlar ampullerini bile kendileri takmıyormuş. Arıyormuşsun belediyeyi gelip takıyorlarmış… Devlet kimseye karışmıyormuş. Hangi derneği kurarsan kur, devlet para yardımı yapıyormuş. Para almak için dernekler devlete kendiliğinden faaliyetlerini bildiriyormuş... Türkiye bir İsveç, bir Norveç değil ki sınırsız demokrasi uygulasın. Bizim dört yanımız düşman dolu. Onlar gibi değil.”
Bir süredir yukarıdakine benzer cümlelerin bazılarının gerçekliğini yitirdiğini görüyoruz. Öncelikle İsveç’in milli güvenlik sorunları hızlı bir biçimde artmış durumda. Rusya ile arasında Finlandiya var, beş buçuk milyonluk bir ülke. Ukrayna’nın 1/5’i kadar nüfusu var. Topyekûn bir Rus saldırısı karşısında kendisini savunabilme imkânı yok. Yani Rusya ile İsveç sınır komşusu diyebiliriz. İsveç hiç olmadığı kadar Rus tehdidiyle karşı karşıya…
Kişi başına milli geliri yüksek bir ülke olsa da gevşek bir devlet yapısına sahip… Ateşli isyanları ve azılı terör örgütleri baş etme refleksleri gelişmemiş. Peki, son dönemde protestonun ötesine geçen Türkiye ve Kur’an karşıtı gösterilerinin ardı ardına rahatça yapılabilmesinin ardında güdükleşmiş devlet refleksleri ve kurumları mı var? Doğrusu sebeplerden biri bu; isteseler de gereğince müdahale edemeyebilirler. PKK, sadece Türkiye’ye karşı mücadele etmiş bir terör örgütü değil. Eski İsveç Başbakanı Olof Palme, PKK tarafından öldürüldü. Böyle olmasına rağmen örgütün pek çok mensubu İsveç topraklarında muhafaza edildi. Ne FETÖ’nün ne de PKK’nın İsveç milli çıkarlarına bir faydası olmadığı açık. Fakat PKK’nın Fransa’daki ve İsveç’teki son dönem gösterilerine baktığınızda aslında İsveç için bir milli güvenlik sorunu olma potansiyeli var, bu görülüyor.
NATO’ya giriş kartı Türkiye’nin elinde olduğu halde İsveç’te ardı ardına Erdoğan ve İslam karşıtı gösteriler yapılmasının bir diğer sebebi ise İsveç iktidarının muktedir olamaması. Önceki İsveç hükümeti küreselciydi ve PKK’lı bir vekil de meclisteydi. Fakat parlamentonun o haliyle İsveç’in Türkiye’nin olurunu alması mümkün değildi. Nitekim hükümet dağıldı ve Hristiyan değerlerine daha çok bağlı yeni bir hükümet oluştu. PKK’yı korumak gibi bir dertleri yok. Tek istedikleri İsveç’i NATO’ya dahil etmek… Bu sebeple Erdoğan, yeni başbakan için “Aslında fena biri değil.” diye niteledi. Bu hükümetin, gösterileri desteklemediğini biliyor, küreselci Yeşillerdense mevcut İsveç hükümetiyle çalışmayı tercih eder.
Fakat birileri mevcut hükümetin de dağılmasını istiyor. Türkiye ile ilişkileri gerilsin diye ardı ardına tahrik edici gösteriler yapılması sağlanıyor. Yargı, bürokrasi hükümetin aleyhinde işliyor. Tıpkı 15 Temmuz öncesi Türkiye gibi… Ne Rus uçağı düşürmek ne de Rus diplomat öldürmek Türkiye’nin çıkarına değildi. Fakat üzerinde Türk asker ve polisi üniforması olan birileri bu fiilleri işledi.
Türkiye, NATO kartını sadece İsveç’e karşı değil, ABD’ye karşı da kullanmak istiyor. ABD, Türkiye’nin elini zayıflatmak için İsveç ve Finlandiya ile karşılıklı savunma anlaşmaları imzalamıştı. ABD’li yetkililer, “İsveç, NATO’ya giremezse, bu ülkeye yapılan saldırıyı kendimize karşı yapılmış gibi kabul edip savunuruz.” dedi. İsveç’in NATO’ya kabulüne engel olmaması karşılığında yeni F16 satışını bir koz olarak masaya koydu. İsveç’te yapılan gösteriler sebebiyle Türkiye’nin gemileri yakması, elinde ABD ve İsveç’e karşı tuttuğu kozdan vazgeçmesi demek. Bu sebeple Türkiye hükümetinin ve manevi değerlerine sahip insanlarının sinir uçlarıyla oynamanın hiçbir sakıncası olmaz.
Bu gösterileri yaptıran akıl İsveç’in içinde değil, dışında. Ama size bir şey söyleyeyim mi, bu gösterilerin İsveç’te ters etkisi de olacak. İsveç’te birileri, NATO’ya girişlerini engellediği için PKK’ya kızacak. Hiç akıllarında yokken “PKK bir terör örgütü mü, değil mi”, bunu sorgulayacak.
Bu, Kur’an’ı yakan meczubun ilk vukuatı değil. İsveç’te bazılarının vicdanı rahatsız olacak. Gündemde olması sebebiyle birileri içinde neler olduğunu merak edip Kur’an’ı okuyacak.