Yarın İngiltere Kraliçesi Elizabeth, bir manastıra gömülecek. Geçtiğimiz hafta naaşının başında nöbet tutan askerlerden biri “pat” diye yere kapaklandı. Nedense bu sahne bana Kâbe’de putların parçalanması çağrışımını yaptı.
Sadece bir çağrışım… İki durum aynı şey değil elbette. Fakat bazı benzerlikler de yok değil. Kâbe’deki putlar da Mekkeli müşrikler tarafından kutsal kabul ediliyordu. Onlar da ölmüş Kraliçe gibi kendilerine bile faydalı olabilecek durumda değillerdi. Ve bir imparatorluğa yetmiş yıl hükmetmiş Kraliçe’nin ölümü de bir devrin sona erdiğini işaret ediyor. Mekke’nin fethinin bir şeyleri geri dönülmez biçimde değiştirdiği gibi.
Kraliçe’nin ölümünden sonra birkaç kişiden şu cümleyi duydum: “Hani İngiltere’de kraliyet sembolikti?” Cenaze vesilesiyle İngiltere hükümdarının hangi yetkilere sahip olduğunu yazdı bazı köşe yazarları. Evet, savaş ilanından başbakanı görevden almaya kadar pek çok yetkisi var İngiltere hükümdarlarının. Son dört başbakana bakalım. David Cameron, babası yolsuzluğa bulaştığı için istifa etmek zorunda kaldı. Terasa May memur gibiydi, doğru dürüst bir seçim kazanmadı. Adeta atandı. Başbakanlık görevinden ayrılırken çocuklar gibi ağladı. İstifası kendi iradesinin sonucu değildi. Boris Johnson, ABD doğumlu bir gazeteciydi, New Yorklu… Ne alakası varsa; önce İngiltere’nin dışişleri bakanı, sonra da başbakanı oldu. Ve şu anki Başbakan, Liz Trus: Gençliğinde sosyalist eğilimleri varken sonradan muhafazakâr oluyor. İngiltere siyasetinin son yıllardaki en temel farklılık oluşturan unsuru Brexist. Truss, önce karşı çıktığı Brexit’i sonradan ne oluyorsa tutkuyla savunmaya başlıyor. Hayatında böylesi temel konularda bile savrulmalar yaşayan biri gelip İngiltere’ye başbakan olabiliyor işte.
Yukarıda saydığım bu son dört başbakanın görevden alınmasında ya da göreve getirilmesinde Kraliçe ve/veya asillerden oluşan Lortlar Kamarası’nın müdahalesi oldu. Dolayısı ile mevzu bahis olan İngiltere ise yalnızca kişilerin değil, aynı zamanda “İngiltere Demokrasi’nin beşiğidir.” gibi yanlış algıların put haline getirilmesinden söz edilebilir. Evet, seçim yapılır, İngiliz halkı oy verir. Fakat gerçekte seçimi halk yapmaz.
Paranız varsa, İstanbul’un en işlek yerindeki bir bina için, “Kaç liraysa ederini verip alacağım.” diyebilirsiniz. Fakat Londra’nın en eski binaları, yüzyıllardır aynı ailelere aittir. Paranız olsa da alamazsınız. Bazı okullara asil değilseniz gidemezsiniz. Yüzyıllardır süren bir çeşit kast sistemi vardır. Bu kast sisteminde toplum üç farklı sınıfa ayrılmıştır: Asiller, orta sınıf ve en alttakiler. Bunu aksanlarından, günlük hayatta kullandıkları kelime sayısından (vs.) anlayabilirsiniz.
İngiliz dilinde meşhur bir deyim vardır: Cam tavan (glass ceiling). Anlamı şu dur: Görünmeyen bir bariyer vardır ve o bariyer senin daha fazla yukarı çıkabilme şansını ortadan kaldırır. Senin için en üst nokta o tavandır. Seçkin değilsen, çok çalışsan da daha yukarı çıkamazsın.
“Her vatandaş eşittir ama bazıları daha eşittir.” Yani demokrasi kavramı da bir çeşit puttur. İnsanların zihnini yanlış biçimde formatlamaya yarar. İnsanlar ve ülkeler arası adaletsizliklerin giderilmesi için demokrasinin mevcut uygulanma biçiminden daha iyisine ihtiyaç var.
Neyse, biz yeniden İngiltere’deki hükümdar değişikliğine dönelim. İki uç duruma şahit olduk. Bir yanda Kraliçe’nin önünden eğilerek geçen, ağlayan, tanrısını kaybetmişçesine üzülen bir kesim var. Bunlar hiç de alışık olduğumuz “rasyonel, akılcı Batılı” imajına uyan insanlar değildi. Diğer yandan ise cenaze nakli ve yeni kral için düzenlenen merasimlerde protesto eyleminde bulunan, “Sizin merasimleriniz için bizim cebimizden milyonlar çıkıyor.” ya da “Sizi bizden üstün yapan nedir?” diye haykıran insanlar var. Bunu söyleyen insanlar daha önce meydanlarda köle ticareti gibi kötü işler yapmış tarihi karakterlerin heykellerini devirmişlerdi.
Evet, putlar yıkılıyor, her manada… Kral Charles’ın, masasına fazladan bırakılan kâğıt kalem yüzünden etrafındakilere kızıp dişlerini sıkması herkese, “Bunlar da etten kemiktenmiş.” dedirtti. Daha sonra başka bir yerde dolmakalemi eline aktığı için yazısını bile tamamlayamadan, masadan kalkıp bir histeri krizine girdiğinde “Bu muymuş İngiliz Kralı? Yetmiş yaşını aşmış ama çocuktan farksız…” dedi herkes.
Aslında İngilizlerin aklımıza kazıdığı bazı imgeler, daha önce, Kraliçe’nin ölümünden önce korozyona uğramaya başlamıştı. Mesela 007 James Bond: Kraliçe’nin sadık hizmetkârı. En iyi arabalara o biner, en güzel kızları o tavlardı. “Kraliçe’nin hizmetkârı oldunuz mu en iyisini hak edersiniz…” Arabistanlı Lawrence de öyle biriydi galiba değil mi?
Başka ne yapardı James Bond? Köprülerden paraşütle atlardı. Peşindekileri atlatmak için paramotora biner, uçar giderdi. Peki, bu paramotoru başka nereden hatırlıyoruz biz: PYD’lilerin Suriye’den Hatay, Amanos’a gizlice geçmeye çalışırken kullanmalarından… Peki, kim vermişti teröristlere bu paramotorları? Hangi zihniyet? Kim eğitim vermişti o teröristleri? İngiliz zihniyeti, Lawrence’in bazı Arapları kışkırttığı gibi…
O teröristler daha yere bile inemeden öldürüldüğünde bir bakıma 007 James Bond haklanmıştı. Yani bir bakıma “yenilmez İngiliz” putu da yıkılmıştı. Devamı olur inşallah…
Değerli okurlarım, bu hafta sizden özel bir ricam var. Haber portalımızda yazıları yayımlanan değerli arkadaşımız Haşim Uğur Yıldız, ciddi bir hastalıkla mücadele ediyor. Kendiniz ve yakınlarınız için ettiğiniz dualara bu iyi insanı da dahil etmenizi rica ediyorum. Allah tüm hastalarımıza acil şifalar versin.