II. Abdülhamit, dönemin iki büyük düşman gücüne karşı denge politikası uyguluyordu. Rus tehdidine karşı İngilizlere, İngilizlere karşı ise Ruslara yakınlaşıyordu. Bu sayede en az savaş ve kayıpla Osmanlıyı ayakta tutmaya çalıştı. İdeolojik duruşunuza göre bu politikayı başarılı ya da başarısız addedebilirsiniz. “Bu sayede Osmanlının yıkılışını geciktirdi.” ya da “İşe yaramadı, toprak kayıplarını ve yıkılışı önleyemedi.” diyebilirsiniz.
Benim asıl üzerinde durduğum şey Abdülhamit değil, uyguladığı denge politikası. Bugün de Türkiye benzer bir siyaset uygulamak durumunda. ABD, Çin, Rusya ve AB’ne karşı…
Peki, geçmişte Osmanlı Devleti’ni kurtarmaya yetmeyen bir strateji bugün de başarısız olmaz mı? Ben öyle düşünmüyorum. O dönem Osmanlı çok uluslu bir devletti; Fransız İhtilali’nin ve Avrupa devletlerinin etkisiyle parçalanmaya mahkûmdu. Türkiye bugün bölgesindeki belki de en önemli ulusal devlet. Teknolojiyi savunma sanayiinde ve başka alanlarda etkin biçimde kullanmaya başladı, Avrupalı devletlerden bile daha iyi biçimde. Dönemin en önemli madenleri bakır ve kömürdü: İngiltere’de en fazla bulunan iki maden. Yakın gelecekte ise Bor, lityum ve toryum gibi madenler hayati öneme sahip olacak. Bunlar ise Türkiye’de var. Genç nüfusuyla üretebilme kapasitesine de sahip… Oysa Avrupa ve Rusya’da azalan nüfus ciddi bir sorun.
Türkiye her ne kadar pek çok devletle ciddi sorunlar yaşasa da dünyadaki en büyük gerilim ABD-Çin ve ABD-Rusya arasında. Mevcut düzen onlar için daha büyük riskler barındırıyor. Oysa Osmanlı’nın son döneminde yaşanan gerilimin odağında Batı ile Rusya’nın Osmanlı topraklarını ele geçirme çabası bulunuyordu.
Yukarıda bahsettiğim sebeplerden dolayı zamana oynamak, bir denge siyaseti yürütmek Türkiye’ye fayda sağlayabilir.
İNCİRLİK VE UYGUR MESELESİ
Hiç birimiz ABD’nin İncirlik Üssü’nü kullanıyor olmasından ve Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı asimilasyon ve baskı uygulamasından memnun değiliz. Fakat hükümetin bu iki konuda kamuoyunun istediği ölçüde aksiyon almadığını görüyoruz. Bu, dış işlerinin denge politikası yaklaşımının sonucudur.
60’lı yıllarda ABD ile sorunlar yaşadığımız sırada İnönü “Büyük devletlerle ilişki kurmak ayı ile yatağa girmek gibidir.” demişti. Tabiri caiz ise Kanada gibi ülkeler ABD’nin, Kuzey Kore gibi ülkeler de Çin’in yatağına girmiş durumdadır.
Bir ülkenin, büyük devletlerin dümen suyunda olmaması için belli bir mesafede dururken, doğrudan karşısına da almaması gerekir. Rusya ve ABD, bu konuda Türkiye’yi farklı biçimlerde kafakola alma girişiminde bulundu, bunlardan birini size anlatayım: Uygur Türklerinin ünlü ozanı Abdurehim Heyit’in, Çin Devleti’nin işkenceleri yüzünden öldüğü haberleri duyuldu yakın zamanda. Doğal olarak bu haberden sonra bazı sivil toplum kuruluşlarının ve siyasi partilerin üyeleri, Çin’in Ankara Büyükelçiliği önünde protesto gösterileri yaptılar, siyah çelenk bıraktılar. Fakat daha sonra Abdurehim Heyit ortaya çıktı ve “Ben ölmedim, haberler asılsız.” dedi. Çıkan yalan haberlerin ABD mahfillerinde üretildiği ortaya çıktı. Neden? Çünkü Türkiye’nin Çin’den daha fazla uzaklaşması aynı zamanda ABD’ye daha fazla yaklaşması sonucunu doğuracaktı.
Birileri, “Denge politikası yürütüyor diye Türkiye, Çin’in yaptıklarına sessiz mi kalsın?” diye sorabilir. Hayır, ne ifrat ne de tefrit…
İncirlik Üssü mevzuu da böyledir. Türkiye bu üssü kapattığında ABD’yi ve NATO’yu karşısına almış olacağı için Rusya ve Çin’e daha fazla “eyvallah” demek durumunda kalacaktır. Suriye’de Libya’da, Karabağ’da Afrika’da… Böyle bir adım ancak gemileri yakmak zorunda kalındığında atılmalı.
Önümüzde bir İran örneği var: ABD’ye karşı Rusya’ya yaklaşmak zorunda kalan İran, Türkiye’ye göre daha fazla sıkışmış durumdadır. Yakın zamanda İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’in bazı beyanları sızdırıldı medyaya:Rusya’yı suçluyor Zarif, “ABD ile nükleer görüşmelerini baltalamak için Rusya elinden geleni yaptı” diyor.
Rusya’nın Suriye’de etkin bir savunma sistemi vardı. Fakat İsrail’in, İran ve Hizbullah güçlerine yaptığı pek çok hava saldırısında bu sistemleri çalıştırmadı. İran bu kez de Rusya’yı dengelemek için Çin’e yaklaştı, 465 milyar dolar kredi ve yatırım aldı. Buna karşılık elindeki petrolü piyasanın %30’u altına Çin’e vermeyi taahhüt etti. Ve bu daha bir başlangıç… Yakın zamanda 5,000 Çinli “güvenlik gücü” olarak İran’a gelecek. Sivil görünümlü daha fazla Çinli'nin de gelip İran’a yerleşmeye başlaması zaman meselesidir.
Yani İran, Çin’in yatağına girdi. Benzer bir akıbete uğramamak için dikkat etmek lazım.