“…Güllük gülistanlık bir seçim yapılacağını sanmıyorum ben. Sonuç ne olursa olsun seçimi kaybeden tarafın kollarını bağlayıp kenarında durmayacağı çok açık.” Geçen haftaki yazımdan aldığım bir ifade bu. Önceki yazılarımda da seçimler öncesinde de bir hesaplaşma yaşandığını/yaşanacağını belirtmiştim. Süreç öyle hızlandı ki artık her an bir şeylerin kontrolden çıkması beklenebilir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve bazı başka siyasetçilerden, siyasi cinayetler olabileceğini duyduk, irkildik. “Bildiğiniz bir şey mi var?” dendiğinde Kılıçdaroğlu, “Daha fazla bir şey söyleyemeyeceğim.” dedi. Neden? Bir kişi, cinayet işlenebileceği konusunda bilgiye sahipse bunu ilgili kurumlarla paylaşmalı ki muhtemel cinayetlerin önüne geçilebilsin. Yok, eğer bu söylem gerçek anlamda bir bilgiye dayanmıyorsa, o zaman bu toplumu germekten, huzuru bozmaktan, ülkeyi istikrarsızlaştırmaktan başka bir işe yaramaz bu sözler. Oysa “Toplumu kutuplaştırıyorsunuz.” söyleminin sahibi de CHP idi öyle değil mi?
Ardından “Türkiye devletini bir şahıs devletine çeviren bir kişi ve ailesi vardır.” dedi Sayın Genel Başkan. TÜGVA olayını gündeme getirerek, “Bu şahıs ve ailesi tarafından bir kısım devlet memurları baskı altında… İktidarın değişmesine az kaldı… Sarayın baskısına boyun eğerek uyan kanun dışına çıkmış o devlet memurlarına buradan sesleniyorum… Mafyatik düzene hizmet edemezsiniz. Kılıçdaroğlu ağabeyinizin, amcanızın bu son çağırısıdır:18 Ekim pazartesi gününden itibaren bu düzenin illegal isteklerine verdiğiniz desteğin tüm sorumluluğu size de ait olmaya başlayacaktır. ‘Emir almıştım’ diyerek bu kirli işlerden sıyrılamazsınız. Size kanun dışı ne yaptırılıyorsa pazartesi itibarı ile durun… Size bunları yaptıranlara farklı bir muamele olacak elbet… Türkiye Devleti, yeniden halkın devleti olma yoluna girmiştir. TÜGVA benzeri vakıfların üzerine çöktükleri devletin malları hazineye iade edilecektir. Sizler bu pislikten sıyrılma şansına sahipsiniz.”
Bunlar gerçekten ciddi ithamlar ve hatta tehditler… Bu iddiaların kanıtlanması gerekir. TÜGVA’da ya da başka vakıflarda kim hangi malların üzerine çöktü. Hangi devlet memurları, hangi kanunsuzlukları yapmaya zorlandı? Bu kirli işler nelerdir? Eğer bu iddialar somut biçimde ortaya konursa tarafgirliklerimizi bir yana bırakarak hepimiz hesap soralım. Gerçek bir ahlaksızlık varsa adaletin tarafında, Kılıçdaroğlu’nun en samimi destekçisi olalım. Ben muhafazakâr bir insanım. Fakat önceki yazılarımı okuyanlar, pek çok konuda AKP’yi eleştirdiğime şahit olmuştur. Aleni olarak suç işleniyorsa ve adaletsizlik varsa taraftar olacak değiliz.
Kılıçdaroğlu’nun sözleri sorgulanmalı. Eğer bu bir hakikati ortaya çıkarma çabası ise kanunsuzluk iddiaları belgelerle desteklenmeli. “Man Adası belgelerini gösterdi ama mahkemeler AKP’li olduğu için Kılıçdaroğlu davayı kazanamadı.” diyenler olabilir. O iş pek öyle değil. Yurt dışında bir para transfer edecekseniz bankanız, SWIFT adında bir sistem kullanır. Bu sistemde ödemelere ait özel formatlar kullanılır. Bu Kılıçdaroğlu’nun kanıt olarak gösterdiği (nedense dekontların içerikleri, detayları paylaşılmadı.) bir koçan banka dekontu gibi bir şey değildir. SWIT formatları elektronik mesajlardır.
Hükümetin yargı içindeki gücü nedir peki? Barolarda ne kadar güçlüyse yargıda da o kadar. Adalet Bakanlığı üzerinden bazı genelgeler ve talimatlar vasıtası ile yargı denetim altına alınmaya çalışılıyor mu? Evet, ama hükümetin, tek tek karara bağlanan davalarda yargıçlar kadar etkisi olmuyor. Bunu nereden anlıyoruz? Mesela geçen hafta TV’lere çıkan AKP’li Hamza Dağ ağlayarak, “Bir hafta, hiç ilgim olmayan bir konuda linçe uğradım. Bunun kanunlar önünde bir karşılığı olmayacak mı?” dedi. Öncesinde İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu kendisine ve annesine hakaretler edildiğinden, fakat bunların yasal karşılığının olmadığından şikâyet etti. Bu 2 örnek, AKP’nin yargı üzerinde ne kadar etkisi olduğunu ya da olamadığı gösteriyor bize.
CHP Genel Başkanı’nın, kamuoyunda yankı bulan bir diğer mesajı da Merkez Bankası Başkanı’naydı: “… Merkez Başkanı’nın ihanette sorumluluğu gitgide artıyor. Unutmayacağım bunu!” Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Merkez Bankası Başkanı’nın bağımsız olduğuna dair iddiasına katılmıyorum. Bağımsız değil. Fakat ülkeye ihanet ettiğine de inanmıyorum. Doğruysa, ihanet iddiasının da somut kanıtlarla ortaya konması gerekir.
Merkez bankası ve iddia demişken şu “128 milyar nerede?” mevzuuna da değinmek istiyorum. 128 milyarlık bir usulsüzlük/yolsuzluk tespit ettiyseniz sürekli aynı soruyu sormak yerine tespitinize ait detayları kamuoyuyla paylaşırsınız. Bu, siyasi rakibiniz durumundaki partiyi ayakta duramaz hale getirir, kimse güvenmeyeceği için AKP’ye oy vermez, kamuoyu bir soruşturma başlatılması için hükümete baskı yapar. Eğer bu bir tespit değil de mesnetsiz bir iddiadan ibaretse, bir usulsüzlük yok ise, “128 milyar nerede?” sorusunu sorup, bir adım sonrasına gitmiyorsanız kasıtlı olarak bir bulanıklık üretmişsiniz demektir.
CHP’li İlhan Kesici’ye 128 milyarın ne olduğu sorulunca “TCMB’nin parası kaybolmaz. Nereye ne ödediği TCMB sitesindedir, bellidir. Ama detayını verirsek partimizin sorduğu soruyu kırmış oluruz.” minvalinde bir açıklama yaptı. Yani TCMB’nin bilinmeyen bir yere gitmiş parası yok.
Kesici’nin bahsettiği TCMB’ye ait web sitesine ait link : https://evds2.tcmb.gov.tr/index.php?/evds/serieMarket/collapse_13/5932/DataGroup/turkish/bie_abanlbil/
Yani, halkın çoğu bilanço okumayı bilmediği ve 128 milyar USD bakiye verdiği günden bugüne kadar gerçekleşen işlemlerin tamamının hesaplanması çok zor olduğu için soruluyor bu soru. Ayrıca:
- Bu para usulsüz biçimde harcansaydı, ilk ayağa kalkıp “Ne yaptınız paramızı?” diyecekler bankalar olurdu. Çünkü TCMB bilançosundaki fonun çoğu bankalardan zorunlu karşılık olarak alınan paralardır.
- Her türlü döviz transferi yukarıda da bahsettiğim gibi SWIFT adı verilen bir sistem aracılığıyla gerçekleşir. TCMB'nin usulsüz bir transferi olsaydı Kılıçdaroğlu, bu bilgiyi “dostlarından” kolayca edinip millete gösterebilirdi. Ama buna şahit olmadık.
- TCMB rezervleri sadece USD değildir. Altın rezervi arttırılırken doların azaltıldığı anlaşılıyor.
- Özellikle Londra merkezli bazı bankalar, TL'yi açığa satarak değerini düşürürken, TCMB TL alıp USD satarak TL'nin değerini korumaya çalıştığını biliyoruz. Bu kapsamda satılan dolar, rezervlerin azalmasına neden oldu.
Aslında hiç olmayan bir yolsuzluğu, ahlaksızlığı dillendirmek, bundan da siyasi bir sonuç elde etmeye çalışmak bu döneme ait, yeni bir ahlaksızlık çeşididir.