Romalı General Quintus Fabius’un lakabını ilk duyduğumda beni bir gülme almıştı: “Geciktirici.” Döneminde Roma ordusu, Kartaca’nın ordusunda daha zayıfmış. Uyanık Fabius’da Roma’nın durumuna uygun bir strateji geliştirmiş: Askerlerini mümkün olduğunca doğrudan Kartacalıların karşısına çıkarmamış. Bunun yerine yıldırma ve bıktırma taktikleriyle, adam satın alarak ve ordu içinde hizipler çıkarttırarak, Kartacalıları Roma’ya geldiklerine pişman etmiş. Sonunda “Lanet olsun ya, hadin geri dönüyoruz.” demiş Kartacalılar. Adamın uyguladığı bu taktikler daha sonra başkalarına da ilham kaynağı olmuş.
FABİANİZM
1884 yılında İngiltere’de Fabian Derneği kuruldu. Derneğin iki sembolü vardı: Biri kaplumbağa; “geciktiriciyi” çağrıştırması sebebiyle. Diğer sembolü de beyaz kuzu postuna bürünmüş siyah kurt: Asıl niyetini gizleme, kendini saklama manasında. Bugün İşçi Partisi’ne yakın bir konuma sahip olan Fabian Derneği, bireyselliğe karşı hep kolektivizmi savunagelmiştir. Fakat herkesin eşit olduğu bir kolektivizm değil bu; daha çok toplumun kontrol altında olduğu bir kolektivizm. İngiliz tarihçi Toynbee, Yazar JB Shaw ve George Orwell bazı ünlü Faiancılardandılar.
Fabiancı olmadıkları halde çatışmayı öteleme, aşama aşama ilerleme, hasmını uzun süre baskı altında tutarak yıldırma ve özellikle gelişmiş parlamenter sistem içerisinde politikacıları ve bürokratları satın alma taktiklerini kullanan farklı çevreler olmuştur, “Büyük Birader” adına.
George Orwell’in Hayvan Çiftliği romanını çoğunuz okumuştur: Çiftlikteki hayvanlar insanlara karşı ayaklanır ve bağımsızlıklarını ilan ederler. Tüm hayvanların eşit haklara sahip olduğunu deklere ederler. Fakat zaman içinde domuzlar hâkimiyeti ele geçirir ve “Bazı hayvanlar daha eşittir.” hükmünü yürürlüğe koyarlar.
BÜYÜK BİRADER
Orwell’in 1984 romanı ise sanki bugünleri anlatmaktadır: Winston Smith adındaki ana karakter, aslında sisteme karşı ve güncesine “Kahrolsun Büyük Birader!” yazacak kadar düşmandır. Fakat bir kadını sever ve yasak olduğu halde onunla ilişkiye girer. Sistem onları yakaladığında ise zarar görmemek için sevdiği kadını ele verip, “Büyük Birader”in sadık bir memuru haline gelir. Perde arkasından kameraların onu hep izlediğini bilir.
Bugün bu distopyayı biz de yaşıyoruz. Az önce hakkında konuştuğumuz bir mevzunun, kullandığımız sosyal medya kanallarında karşımıza çıktığını görüyoruz. Önünden geçtiğimiz çok uluslu bir markanın ürünleri hakkındaki bir kampanya sms olarak telefonlarımıza geliyor. Kişisel bilgilerimizin yer aldığı platformlar siber saldırılara uğruyor ve bize ait bilgiler gelecekte hangi amaçlarla kullanılacak bilmiyoruz bile. Hatta çetleşirken beyan ettiğimiz düşüncelerimiz birilerinin eline geçiyor. Bazı siyasetçilerin pr ekipleri düşüncelerimizi slogan haline getirildiği için, seçimlerde o siyasetçileri kendimize daha yakın buluyoruz.
Orwell, 1984 adlı romanında sadece insan hikâyeleri anlatmıyor, arka planda üç devletten bahsediyor ki bu üç devlet günümüzün hegemon güçleri: Okyanusya (ABD), Avrasya (Rusya) ve Doğu Asya (Çin). Bu ülke halkları birbirlerini düşman bellemiş. Lakin elitleri tarafından aynı sistemle yönetiliyorlar.
Romandan gerçeğe dönelim yine: Evet, Fabiancılar ve kolektivizm… Lenin ve Hitler yıllarca Avusturya’da aynı mekânda yaşadılar. Rusya’da Çar’a karşı zaman içinde güçlü bir muhalefet oluşturuldu. Zamanı geldiğinde Londralı bankerler, Lenin’in cebine para koyup İsviçre’de bir trene bindirdi ve Rusya’ya devrim yapmaya gönderdi. Trotsky ise Kanada’daydı. Onun Rusya’ya gönderenler ise Manhattan’daki bankerlerdi. Batı’nın Rusya’da neden bir komünist devrim yaptırmak istediğini öğrenmek isteyenlere Antony Sutton’un kitaplarını araştırmalarını öneririm. İhtilalden sonra ise ağır sanayisinin gelişmesi için Ford Rusya’ya sermaye ve know how götürdü. Azerbaycan petrolünün çıkarılmasında Rockefeller’in yardımı oldu.
Hitler’i, tarihin gördüğü en berbat insan olarak biliriz değil mi? Partisi, Nasyonal Sosyalist Parti (kolektivist), ABD başkanlarından H W Busch’un babası Prescott Busch tarafından Bank of New York binasında kuruldu. Rothschildler tarafından fonlandı ve milyarlarca dolar değerinde mühimmatı Du Pontlardan satın aldı. İsrael Epstein, komünist Çin’in kurucusu Mao’nun maliye bakanıydı, Büyük Birader atamıştı. Yakın zamanda HSBC İngiltere’deki merkezini Hong Kong’a taşıdı. IMF parası SDR’ye Çin Yuan’ı da eklendi. Daha önce İngiltere’de fikslenen altın fiyatları artık Çin’de fikslenmeye başladı. Bunlara ABD ve İngiltere neden göz yumdu?
Birkaç hafta önce Biden’ın, Rusya lideri Putin’e “katil” dediği haberleri çıktı. Bu hafta ise İtalya’nın “atanmış” lideri Draghi’nin, Erdoğan’a “diktatör” dediğini öğrendik.
İtalya ile Türkiye’nin yakın tarihinde bazı benzerlikler dikkatimi çekmiştir. 1970’li yıllarda İtalya’nın başbakanı olan Aldo Moro bir gün ortadan kayboldu. Koskoca Başbakan’ı bir hafta boyunca kimseler bulamadı. Sonunda cesedi bir aracın bagajında bulundu. Ortadan kaybolmadan önce H. Kissinger’in, Moro’yu arayarak, “Gününü göreceksin!” dediği ortaya çıktı. 60’larda Türkiye’de bir başbakan idam edilmişti. Moro’nun öldürüldüğü yetmişlerde ise darbe…
2000’li yıllarda Türkiye’nin maliyesine Kemal Derviş, İtalya’nın maliyesine ise “Süper Maryo” atandı.
Her iki ülkede de NATO güdümünde palazlanmış Gladyolar vardı. İtalya’da bir savcı çıkıp “Temiz Eller Operasyonu”nu başlattı. Türkiye’de de benzeri oldu. Aslında her iki ülkede de önceki Gladyo tasfiye edilirken, yerine yenisi ikame diliyordu. Türkiye 15 Temmuz’da 2. Gladyosundan kurtuldu. Darısı İtalyanların başına…