Bir ülke düşünün; topraklarının büyüklüğü Avrupa Kıtası kadar olsun. Yer altı zenginlikleri Avrupa’dan çok daha fazla olsun. Mesela uranyum gibi değerli bir maden ihracatında bir numara, petrol, doğalgaz, altın, krom, kurşun ve çinko gibi maden rezervleri açısından dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olsun. Her yıl milyarlarca dolar yabancı yatırımı çekebilen bu ülkenin nüfusu yirmi milyonun altında kalsın. Daha önce başkaları söyledi, ben de söyleyeyim: “Böyle bir ülkenin vatandaşlarının en az Katarlılar kadar zengin olması gerekirdi.” Ama öyle değil. Tüm eski Sovyet Cumhuriyetleri gibi Kazakistan’da da rüşvet, kayırmaca, hukuksuzluk ve sefalet kol geziyor maalesef.
Kazakistan’ın kurucu lideri Nazarbayev hakkında hep olumlu şeyler duyduk. Uluslararası siyasetteki İleri görüşlülüğü, Çin ve Rusya gibi ülkelerle başarılı sınır anlaşmaları yapmayı başarması ve belli ölçüde Kazakistan’a istikrar getirmesi gibi… Fakat yılbaşında patlak veren olaylar gösterdi ki yönetimde ciddi hatalara da imza atmış. Kızı Aliya Nazarbayeva hakkındaki şaibeler daha önceden de biliniyordu, Kazakistan’ın Marie Antoinette’si haline gelmişti. Kazakistan, ABD ve Avrupa’da onlarca, yüzlerce milyon dolar değerinde mal varlığı olduğu biliniyor. Bir lider için en büyük handikap yolsuzlukla anılmasıdır.
Nazarbayev, kurucu lider olabilir ama ülkenin başkentine kendi adını vermesi bir aşırılık değil mi? Bırak böyle bir karar alınacaksa bunu millet, sen öldükten sonra, kadrini, kıymetini bilmek babında yapsın. Halk seni sevmezse iktidar üzerindeki gücün sona erdiğinde o isim yeniden değişir.
Ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Kazaklar, üç boylar federasyonundan, yani “Cüz”den oluşuyor. Büyük (ulu) Cüz, Orta Cüz ve Küçük Cüz… Bunların her biri, ülkenin farklı bölgelerinde yoğunluklu olarak yaşıyor. Nazarbayev, bu demografik yapıyı göz ardı ederek, kimi zaman bir cüzün yoğun olarak yaşadığı bölgeden başka cüze mensup kişileri milletvekili seçtirdi. Bu durum halkta tepkiye ve Nazarbayev’e diş bilenmesine neden oldu. Muammer Kaddafi, Libya’nın en büyük aşiretine (Sirte şehri civarında) mensuptu. Trajik biçimde devrilme nedenlerinden biri de Bingazi’deki, ülkenin ikinci büyük aşireti ile arasında daha önce yaşanan gerginlik idi. Ülke karışmadan önce Bingazililer, Kaddafi’nin kendi aşiretini kayırmasından ve ülke yönetiminde yeterince temsil edilememekten şikâyetçiydi. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Kimi okuyucular, “Ülkeyi dışarıdan karıştıranlar yok mu? Hırsızın hiç mi suçu yok yani?” diye sorabilir. Buna başka bir atasözüyle cevap vereyim: Şimdiye kadar “çuvaldızı kendimize batırıyordum.” Sonuçta Kazaklar soydaşımız ve “biz”den sayılırlar. Şimdi “ötekiler”den de bahsedeyim biraz.
Ülkeyi kim karıştırdı?
Mangistau, Kazakistan’ın Batısında, Hazar Denizi kıyısında, Sovyetler Birliği döneminde kurulmuş bir şehir. Petrol ve pek çok maden sahasına yakın bir bölge. Şehrin kurulma sebebi de bu. Ülke geneline göre işsizlik oranı düşük, gelir seviyesi yüksek. Avrupa’dan ciddi yatırım çekmiş bir yer. Yani ülke içinde hoşnutsuzluk sebebiyle protestoların en son patlak vereceği yer aslında. Normal şartlarda! Evet, şartlar pek normal değil. Yabancı basından takip ettiğim kadarıyla 1 Ocak’taki ilk hareketin ardında Rusya yoktu. Olayların ilk çıktığı yerler Mangistau’daki, Avrupalılarca işletilen bazı firmalar… Yine Soros fonlarından bahsediliyor. Daha yavaş gelişecek ve zamanla her yana yayılacak protestoların planlandığı söyleniyor. Sonuçta ciddi gelir adaletsizlikleri var ve Kazaklar, zor iklimde yaşamaya alışmış, savaşçı karaktere sahip bir halk. Kitlesel olarak mobilize olmaya yatkın bir millet yani. Hatırlarsınız, daha önce Türk yatırımcılarının Kazakistan’daki işlerinde çalışırken dövülüp kaçan Türk işçileri hakkında birkaç haber yapılmıştı. TV ekranlarından kafası, gözü yarılan, tehdit edilen işçiler yaşadıklarını anlatmıştı. Hoşnutsuzluk ve şiddet farklı biçimlerde patlak verebiliyordu.
Anlaşılan, Rusya olanları yakından takip ediyor. Yakın takip etmekle de kalmayıp kendi beslediği göstericileri bir anda sahaya sürüyor. “Burası benim çöplüğüm; bir karışıklık çıkarılacak ise bunu ben yaparım.” diyor yani. Daha organize ve daha kalabalık gruplar ortalığı ateşe veriyor. Bu sırada Rus basınında “Kazakistan’a Rus askeri gider mi?” anlamına gelen haberler yapılıyor. Fakat Kazakistan’da hükümet, dışarıdan yardım gerekmediğini, olayları kendi başlarına bastırabileceklerini söyleyince olaylar daha da çığırından çıkıyor. Olayların altından kalkılamayacak bir boyuta evrildiğini gören Kazak yetkililer, ilk açıklamalarından birkaç saat sonra dışarıdan destek istemek zorunda kalıyor. Jirinovski gibi siyasetçiler ise açıktan Kazakistan’ın yarısının Rusya’ya ilhakından bahsetmeye başlıyor.
Rusya, Ukrayna’ya, Libya’ya, Suriye’ye, Azerbaycan’a ve Kazakistan’a binlerce askerini (ya da Vagner’i) gönderebilir. Bu coğrafyalarda önemli bölgeleri de zapt edebilir. Fakat her birinde aynı anda topyekün savaşlara girmek, sürdürebilmek… Buna muktedir değil işte. Her iki Dünya Savaşında onlarca milyon insan kaybeden Rusya’nın, artık böyle bir macerada kaybetmeyi göze alabileceği milyonlarca insanı yok. Dünyanın en büyük ülkesi olan Rusya’da, sadece 140 milyon insan yaşıyor ve üstelik nüfusu hızla azalıyor. 1.5 milyar Çinliyle Rusya arasında sadece Türki Cumhuriyetleri var. Bu bölgenin sürekli olarak istikrarsız kalması en fazla Rusya için bir tehdittir. Bu sebeple Türk Devletler Birliği’ne doğrudan cephe alması mümkün değildir.
Ülkesindeki Kazak nüfusu arttıran (çevredeki ülkelerde yaşayan Kazakları ülkeye getirerek), Rusya’nın farklı ülkelerde uyguladığı işgal ve ilhak politikalarına karşı olan ve Kiril Alfabesi’ni kaldıran Nazarbayev, Rusların canını sıkmış olabilir. Ruslar, Kazakistan’a asker de göndermiş olabilir. Fakat uzun vadede ben Rusya’nın daha öteye gidebileceğini sanmıyorum. Sovyetlerin çöküşünden beri ana trend Türklerin lehine, tıpkı Azerbaycan da olduğu gibi…
İlginç bir yazı.tesekkurler