Soros’un adını duymayan pek kimse kalmamıştır herhalde. Hele de Osman Kavala’nın gündemin en başına oturduğu şu günlerde… Size George Soros’un hayat hikâyesini uzun uzadıya anlatmayacağım. Fakat bizi ilgilendiren belli başlı olaylardan bahsetmek lazım: Doksanlarda yaptığı spekülasyonlarla İngiltere Merkez Bankası’nı milyarlarca dolarlık zarara uğratıyor, ciddi bir servet kazanıyor. Aslında bunları çantacılığını yaptığı patronları için yapıyor ama bu işlerde görünen o olduğu için hak ettiğinden fazla bir şöhrete sahip oluyor. Yoksa yaptıkları tüm sermaye piyasası yasalarına aykırıydı, arkası olmasaydı kollarının bu gün bile kelepçelenmemesi için hiçbir haklı sebep yok.
İngiltere Merkez Bankası’nın içinden kişiler yardım ediyor. Soros, benzer yöntemlerle başka ülkelerde de vurgunlar yapıyor. Hatta mucidi olduğu yöntemler finansal silah haline geliyor. Bugün aynı yöntemleri, Londra, New York ya da Singapur merkezli finans kurumları rutin biçimde kullanıyor. Bu yöntemler ekonomilerin çökmesine, Endonezya, Malezya ve benzeri ülkelerde hükümetlerin yıkılmasına neden oldu.
Soros, kazandığı paranın bir kısmını sivil toplum kuruluşları ve kurduğu vakıflara yatırmaya başladı. İlk olarak 1979 yılında New York’ta Açık Toplum Vakfı’nı kurdu. Açık Toplum kavramının isim babası Soros değildi. Ünlü Düşünür Karl Popper’ın, Açık Toplum ve Düşmanları isimli çalışmasında toplumda, siyasette şeffaflığın, hesap verilebilirliğin demokrasi açısından vazgeçilmez olduğu vurgulanıyordu. Ne pahasına olursa olsun şeffaflığa karşı olan her teşebbüsün önüne geçilmesi gerektiği savunuluyordu.
Bu düşüncenin naif bir yanı vardı. Toplumun sadece bir kesiminde sınırsız şeffaflık varsa o gruplar kendini, aynı derecede şeffaf olmayan diğer gruplara karşı savunmasız hale getirmiş olabilirdi. Nitekim açık toplumu destekleyen, pek çok vakfı ve organizasyonu fonlayan Soros, aynı zamanda CFR gibi istihbarat kuruluşlarının ya da B’nai B’rith gibi gizli gizli örgütlerin üyesiydi.
Dünyanın çeşitli bölgelerindeki kendisine bağlı vakıflar ve STK’lar sayesinde önce Balkanlarda; Slovakya’da, Hırvatistan’da ve Sırbistan’da darbeler yaptırarak hükümetleri değiştirtti. Ardından Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan ve hatta Ermenistan’da Kadife, Mor ve Turuncu Devrimler… Adı geçen ülkelerde bu devrimler (aslında darbe) öncesi, anti demokratik uygulamalar, yolsuzluk, hukuksuzluk yok muydu? Gırlaydı, fazlasıyla vardı. Peki, darbeler her şeyi daha mı iyi yaptı? Hayır, daha kötü oldu. Devlet otoritesi zayıfladı ve gayrı milli yapılar iktidarların gücünden nemalandı. Karabağ ve Beşli Çete başlıklı yazımda Ermenistan’ın durumundan bahsetmiştim biraz.
Soros’a bağlı vakıf ve STK’lar, “demokrasi”, şeffaflık ve adalet” gibi zihinlerde olumlu çağrışımlar yapan kavramları, açık fikirlilik ve samimiyet adına değil, gizli niyetlerin örtüldüğü bir perde olmaları için kullandı. Bu kavramlar, bazı siyasi sonuçlara ulaşmak için sinsice bir bilinçle ajite edildi sadece.
MISIR
2000 yılında darbe olduktan sonra Sırbistan, Sorosçular için önemli bir merkez haline geldi. Ne vardı orada? Sırbistan Gençlik Örgütü, Otpor (Sırpça direniş demek)… Gürcistan ve Ukrayna’daki Pora ve Kmara örgütleri darbelerden önce Sırbistan’a gelerek Otpor yetkililerinden eğitim almışlardı. Benzer bir süreç Arap Baharı öncesi Mısır’da yaşandı. İki bin beş yüz kadar Mısırlının Sırbistan’a giderek “devrim” yapmak için eğitim aldığı ortaya çıktı. Ahmed Salah gibi “aktivistler” meydanlara çıkıp “Kifaya” (yeter artık) diye bağırdı. Bu slogan bana Türkiye’de bir grup rapper’ın seslendirdiği “Susamam” şarkısını anımsatıyor nedense. Suudi Arabistan’ın fonladığı radyo ve TV’ler, sokaktaki gençleri ve özgürlük taleplerini destekledi. Gençlerin çoğu belki Mübarek’ten kalan her olumsuzluktan kurtulmak istiyordu ve gerçekten samimiydi. Fakat eylemlere yön verenler, Otpor’dan eğitim alan kişilerdi. Sonunda ne oldu? Mübarek gitti, Mursi 1 yıl kadar iktidarda kaldıktan sonra bir darbeyle Sisi geldi. Gençlerin talepleri yerine getirildi mi? Hayır. Sisi, Mübarek’ten bile beter çıktı. Müslüman nüfustan ödeyemeyecekleri yeni vergiler istedi. Özellikle Ortodoks Kıpti nüfusun daha yoğun olduğu bölgelerde… Vergisini ödeyemeyenlerin evleri yıkıldı, arsaları istimlak edildi. İktidarı boyunca bir tek cami inşa ettirmeyen Sisi iki bine yakın kilise yaptırdı. Mısır’ı bölme projesi böylece başlamış oldu.
KAVALA VE GEZİ
Soros tarafından fonlanan TESEV (183. Kurucu üyesi Kemal Kılıçdaroğlu) ve Açık Toplum Vakfı’nda yönetim kurulu üyeliği yapan Kavala, öyle ali gönüllü ki pek çok STK’yı destekliyor, fon sağlıyor. Özellikle Ermenice ve Kürtçe anadilde eğitim, LGBT ve Trans hakları savunucusu STK’lara... Para saçmaktan çekinmeyen Kavala, yeri geldiğinde mafyadan alacak tahsili için yardım dilenebiliyor: Bedrettin Dalan’ın ortağı olan Yavuz Yayla’dan alacağı için Sedat Peker’den yardım istiyor. Sonra aralarında başkaca akçeli işler de oluyor. Şirketi F-16 modernizasyon ihalesini alıyor. Yine garip ama gerçek; o F-16’lar hiçbir zaman modernize edilmiyor ve Aselsan projeyi devralmak zorunda kalıyor.
Peygamberimize ve devlete hakaret eden Nişanyan, doğum gününü kutlamak için Kavala’nın restoranını tercih ediyor. Ya da HDP’liler bir bildiri yayınlamak için aynı mekânı kullanıyor. Ülkede, sözde Ermeni kırımı nerede dillendirilse, oradan Kavala çıkıyor; Diyarbakır, İstanbul, Ankara…
Sırrı Süreyya ne zaman İmralı’ya gitse Kavala ona, “Apo’ya mahsus selamımı söyle.” diyor. Hani şu Gezi’nin ilk karesinde beliren Sırrı Süreyya var ya işte ona… Ardından Kavala’ya ait kareleri de gördük Gezi’de, Türk bayrağının üzerinde tepinirken. İnsan “Bayrağının üzerinde ne işin vardı?” diye sormak istiyor. Gezi Davasında ise itiraf ediyor: “Gezi olaylarında Açık Toplum Vakfı bizi fonlamıştı.” Ne için? Daha fazla demokrasi için…
Kimi okurlarım “Biz de katıldık Gezi’ye, biz de mi Sorosçuyuz?” diye sorabilir. Bazı arkadaşlarım ve akrabalarım da katıldı. Siz Sorosçu olmayabilirsiniz. Fakat “duran adam, kırmızılı kız, piyano çalan adam” eylemlerini siz yapmadınız değil mi? Çünkü bu saydıklarım Otpor’un eylem kitabında da var ve renkli devrim girişimlerinde de kullanıldılar. Kopyala, yapıştır.
Bazı sloganlar da kopyala yapıştır. Occupy Wallstreat, Occupy Istanbul… Mesela önceki ABD başkanlık seçimlerinde Trump’a “Seni başkan yaptırmayacağız.” ve “Benim başkanım değilsin.” söylemleri Türkiye’de de duyuldu. Demirtaş tarafından dillendirilen bu sloganların, patentinin Kavala’ya ait olduğu söylendi ama ben onun kulağına da başkasının fısıldadığına inanıyorum.