Altmışlı yılların başından doksanlı yılların sonuna kadar olan dönemde Avrupa ülkelerine büyük göç verdik. Bu göç sonrasında özellikle Almanya’da Türk düşmanlığının yayıldığını biliyoruz. Bu düşmanlığın kaynağında sadece ırkçılık bulunmuyor. Üniversite hocalarımdan birinin şu sözünü hiç unutmuyorum: “Düşünsenize çocuklar, yıllar önce Anadolu’nun köylük yerinden Avrupa’nın ultra modern bir şehrine pek çok Türk vatandaşı gitmiş. Çocukları, köylerinde oldukları yere tuvaletini yapmaya alışmış. Avrupa’ya gittiklerinde bu alışkanlıklarının ilk günden değişmesi mümkün değil, bir grosmarkette, alışveriş sırasında tuvalet ihtiyaçlarını orta yere yapıyor olmak anormal bir şey değildi o çocuklar için.”
Son sekiz yıldır ülkemiz göç veren değil, alan bir ülke haline geldi ve yukarıdaki örneğe benzer olaylar bizim şehirlerimizde de yaşandı. Mesela Pakistanlı bir grup ev kiralıyor. Ev kışın yanıyor, sebebi ısınma yöntemi; evin içinde ateş yakmaları. Bazı mülteci gruplarla aramızda ciddi sosyolojik farklarımız olduğu ortada. O sebeple ““Siz muhacir kardeşlerimize Ensar olamadık.” duygusallığıyla bu sorunun altından kalkabilmemiz mümkün değil. Ensar’a sığınan muhacirler ancak birkaç yüz kişi kadardı, aynı dili ve kültürü paylaşıyorlardı.
Öte yandan “Suriyeliler gitsin, mülteci istemiyoruz!” demenin de hiçbir faydası yok. Suriyeli mültecilerin iki milyona yakını ya ebeveynleri savaşta ölmüş çocuklar ya da kendi başlarına yaşamını sürdüremeyecek kadar yaşlanmış insanlar. Suriye’de şartlar müsait olsa dahi gidecek ve orada kendi başlarına yaşayabilecek durumda değiller. Bunlar kendi öz bakımlarını yapmaktan dahi acizler.
Ya diğerleri? “Bayramda memleketlerine gidebiliyorlarsa orada kalabilirler de.” Pek öyle değil. Çoğunluğu İdlib’e gidiyor bayramda yakınlarını görmeye. İdlib’de sıkışmış durumdaki üç buçuk milyon Suriyelinin yanına ülkemizdeki milyonları göndermek mümkün değil, çok dar bir alan. Orada kalsınlar diye briket evler yapıyoruz. Askerimiz ve silah yığınağımız olmasa İdlib’de sıkışmış o milyonlar da Türkiye’ye gelecek. Ülkemizdeki Suriyelileri Esad’a vermek idam fermanlarını imzalamak olur, durum ortada. Yüz binlercesini öldürdüler. Ateşkes olmasına rağmen bunu bir ayda sekiz yüz defa deldiler, onlarca insanı öldürdüler.
Bu insanlar PYD’nin kontrolündeki alana gitmeye mecbur edilirse, Türkiye’ye yakınlıkları sebebiyle ya öldürülürler ya da Türkiye’ye karşı savaşmaları için silahlandırılırlar. Sonuç olarak Suriye’ye gidip hayatlarını geçmişte olduğu gibi devam ettirebilme imkânları bulunmuyor.
Ha, mültecileri göndermek için hiç mi bir şey yapmayacağız? Yapacağız elbette, yapılacakları yazının en sonunda sırlayacağım. Fakat şu Afgan meselesine de değineyim biraz.
AFGAN MÜLTECİLER
Pakistan’dan sonra en fazla Afgan mülteciyi barındıran ülke İran’dır. İran, Şii Afgan gençleri Suriye’de, en ön saflarda savaştırarak kullandı. Batıya gitmek isteyenler için ise sınırlarını açtı. Fakat son Afgan göç dalgasının farklı bir özelliği var: Bu insanların çoğu ABD çıkarlarını korumak için Taliban’a karşı savaşan gençler. Bunların bir kısmı için İngiltere ve Amerika ikamet izni vereceğini açıkladı. Yani İran’da da ABD yararına bazı faaliyetler içine girme potansiyelleri var. Bu sebeple İran, hepsini tekme tokat Türkiye sınırına getirerek, kurtulmanın derdine düştü.
ABD, Türkiye’ye bu yolla gelen Afganlara, “12 ila 14 ay Türkiye’de kalın, biz sizi sonrasında alacağız.” dedi. Gülünç. Çekilirken özelikle Taliban’a kendi mühimmatlarının, ekipmanlarının bir kısmını bıraktı ABD. Taliban, Çin, Rusya, Pakistan ve İran için bir istikrarsızlık kaynağı olarak kalmaya devam etsin diye. Taliban’dan kaçan Afganlar İran’ı ve Türkiye’yi zorlasın diye…
Sayıları Suriyelilerden çok daha az olsa da Türkiye için en tehlikeli mülteci grubu Afganlardır bana göre. Hepsi savaş sürecinde doğmuş ve büyümüş genç erkekler. İklim, yol ve savaş şartlarında hayatta kalabilmişler. Fiziksel olarak güçlüler ama psikolojik olarak travmatize olmuş durumdalar. Yani suç işleme potansiyelleri oldukça yüksek. İstanbul’da zaman zaman gruplar halinde Suriyelilerle çatıştıklarına dair haberler çıktı basında. Sayıları daha az olmasına rağmen kavgalarda Suriyelileri bastırıyorlar.
Suriyeliler gibi aileleriyle yaşamadıkları için topluma entegre olmaları daha zor ve düzenli bir iş bulma gayretleri daha az. Afgan mülteciler arasında pek çok Türkmen var ama kültürel olarak Anadolu insanına Suriyeliler kadar yakın değiller.
NE OLUR, NE YAPMALI?
Londra’ya giderseniz pasaportunuzu kontrol edenlerin, hava limanlarına ve metroya bakanların çoğunun Hindistan, Pakistan ya da Afrika kökenli olduğunu görürsünüz. Hatta belediye başkanı da Hint kökenli... Hemen hepsi çoktan İngiliz vatandaşı olmuş. Nüfusun üçte birinden fazlası böyle… On yıl sonra Türk vatandaşlarının nüfus artışı önce duracak sonra gerilemeye başlayacak. İstanbul da otuz kırk yıl sonra Londra’yla benzer durumda olacak, bunu içinize sindirmeye bakın. Daha küçük yerleşim birimlerinde ise mülteci kökenlilerin oranı daha az olacak. Muhtemelen Urfa ve Van gibi sınır şehirleri büyük metropoller haline gelecek.
Bu sebeple mülteciler konusu şehirlerimiz bazında ve mültecilerin milliyeti bazında ayrıştırılarak ele alınmalı. Bir kere ülkeye girdikten sonra mülteciler, elini kolunu sallayarak istedikleri yere gidememeli, müşahede altına alınmalı, kim oldukları ve sağlık durumları kontrol edilmeli. Göç İdaresi, Mülteci Bakanlığı haline getirilmeli. Sosyal hizmetler bünyesinde Suriyeli, Afgan, Iraklı uzmanlar eğitilmeli, bulundurulmalı. Türkiye’ye göçün gelecekteki sosyolojik etkileri-sorunları araştırılmalı. Eğitim, sağlık vb. konularda planlamalar yapılmalı. Mesela gündüz Türk öğrencilere eğitim veren okullarda akşam mültecilere eğitim verilmeli. Entegrasyonun anahtarı eğitimdir.
Türkiye’den STK’lar ya da resmi kurumlarca yurtdışında yapılan yardımlar, mülteci alınan ülkelere doğru yoğunlaştırılmalı. Afganistan’da Taliban’la ve Suriye’de ilgili devletlerle öncelikle masada olunmalı. Daha fazla mülteci gelmemesi hatta mevcudun geri gitmesi için pazarlık yapılmalı. Yeni gelen Afganlar düzenli olarak ülkelerine geri götürülmeli. Genel olarak kırsaldan geldikleri için büyük şehirlerden toplanıp, nüfusun daha az olduğu kırsal bölgelere götürülerek gözlem altında olmalılar.
Avrupa Birliği ile yapılan (6 milyar Avro karşılığı Yunanistan’a gitmek isteyen mültecilerin engellenmesi) anlaşma gözden geçirilmeli, mültecilerin sınırlarımızdan başka ülkelere geçişi engellenmemeli. İdlib’in, Afrin’in, El Bab’ın devleti Türkiye’dir. Yeni operasyonlar yapılarak Suriyelilerin geri dönebileceği yeni alanlar açmak için fırsat kollanmalı. Rusya-İran ve Esad’ın İdlib’deki üç buçuk milyon insanı Türkiye’ye süpürmesi engellenmeli.
Su fiyatını on katına çıkarmak, fayda sağlamaz, aksine durumu daha da zorlaştırır. Mültecilere düşmanca yaklaştığınızda bir süre sonra onlardan da size karşı benzer tepkiler gelmeye başlar. Milyonlarca kişiyi toplum düşmanı haline getirirsiniz. Pakistan’daki Afgan mülteciler, hiçbir sosyal destek alamadıkları ve Pakistanlıların tepkileri sebebiyle ciddi bir güvenlik sorunu haline geldiler. Paris gettolarındaki Kuzey Afrikalıların durumu da böyle, yirmi yıl önce Paris’i yaktılar. DAEŞ’e en fazla katılım da bu gruplardan geldi. Mülteciler biz istediğimiz için gelmiyor. Biz istemediğimiz için de gitmeyecekler. Demem o ki nefretiniz, egonuz bu memlekete zarar verir kardeşim, dikkat edin.
Yahu üstad ne yaptın sen böyle bir Afgan’dan girmişsin bir İngiltere’den çıkmışsın ama hakkını vereyim sağlam tespit yazılarını okuyorum ama bu kez yorum yapmadan olmaz dedim helal olsun