Toprağa dokunan el kirlenir ama kalp arınır. Belki de bu yüzden, insanın yeryüzündeki hakiki yolculuğu toprağa temas ettiği an başlar. Ne var ki modern şehircilik anlayışı, insanı doğadan kopararak beton yığınları arasında yalnızlaştırdı. Çocuklar artık toprağa değil tabletlere, gökyüzüne değil tavana bakarak büyüyor. Oysa bir çocuğun ayağının toprağa basması, aynı zamanda hayata kök salmasıdır.
İşte bu yüzden okul bahçeleri sadece teneffüs alanı değil; üretimin, emeğin ve sabrın öğretildiği yerler olmalı. Her sınıfa bir tarla düşse, her öğrenci yılda bir kez toprağa tohum ekse... İlkokul birinci sınıflar marul yetiştirir, ikinciler soğan, üçüncüler domates... Ve öğretmen yalnızca sınıfta değil, bahçede de rehberlik eder. O tohum büyürken çocuk da büyür. Toprağa ektiği sadece sebze değildir; sorumluluktur, emektir, sabırdır.
Sonra o ürünler, okulun bir köşesinde küçük bir manavda sergilense... Veliler alışverişini çocukların ürettiklerinden yapsa. Çocuk hem üretmenin hem paylaşmanın hazzını yaşasa. Mahalleli, “Bu maydanoz bizim kızın tarlasından” dese gururla. İşte o zaman eğitim yalnızca sınavlara değil, hayata dair olur.
Bu bakış açısı sadece okullarla sınırlı kalmamalı. Cezaevlerinde de toprağın terbiyesine yer açılmalı. Özellikle açık cezaevlerinde bulunan mahkûmlar temizlik işlerinden ziyade, doğrudan üretimin içinde yer almalı. Çevre yollarındaki boş araziler, kamuya ait atıl topraklar; hepsi birer üretim alanına dönüşebilir. Mahkûm, sabah çapasını alıp tarlaya çıkar. Toprakla uğraşırken sadece ürün değil; pişmanlık, sabır, yeniden başlama duygusu da filizlenir içinde.
Ve mahsuller… Hangi toprak parçası nereye yakınsa, oranın pazarında, ucuz fiyatla halka sunulur. Böylece hem üretim sağlanır hem de halkın mutfağına katkı verilir. Mahkûm da, çocuk da, halk da bu zincirin halkası olur. Kimse dışlanmaz, herkes üretimin bir parçası olur.
Bir de düşünün, kısacık ömrü olan mevsimlik çiçeklere, sadece görüntü uğruna belediyeler eliyle harcanan milyonları... O çiçeklerin yerine sofralara ulaşacak domates, salatalık, yeşillik yetiştirilse? Göz doyurmaktan öteye geçmeyen bu geçici güzelliğin yerine, karın doyuran mahsuller olsa? Estetikle ihtiyaç aynı anda gözetilse? Güzellik toprağın içinden çıkar zaten. İlla ki petunya değil; düzenli ekilmiş bir nane sırası da göze hitap eder.
Bugün serbest piyasa diyerek dilediği fiyattan ürün satan, halkın alım gücünü hiçe sayan düzen; belki de bu tarz örneklerle yavaş yavaş dönüşebilir. Toprağın terbiyesinden geçen çocuklar ve yeniden yoğrulan mahkûmlar, daha vicdanlı bir toplumun temellerini atar.
Toprak kimseyi yargılamaz. Ona yaklaşan her insanı kabul eder. Yeter ki el uzatılsın, yeter ki emek verilsin. Ve belki de gerçek dönüşüm, bir avuç toprağa düşen tohumla başlar.
"Toprağa düşen tohumdan önce insan yeşerir."
Yeşersin...
𝓡𝓪𝓶𝓪𝓴 𝓚𝓪𝓵𝓭𝓲 / Samim İĞDE
Yorumlar
Kalan Karakter: